Bilim ve Din

Bilim ve Din

12 Aralık 2024 Perşembe

Sevgiyi Bulmak: Araştırma, Sevginin Beyinde Nerede Yaşandığını Gözler Önüne Serdi

 

Finlandiya’da bulunan Aalto Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, denekler altı farklı türdeki sevgiyle ilişkili kısa hikâyeler üzerinde düşünürken onların beyin aktivitelerini ölçmek için Fonksiyonel Manyetik İmajlama’yı (fMRI) kullandı.

Araştırmayı yürüten Filozof ve Araştırmacı olan Parttyli Rinne, konuyla ilgili şunları söyledi: “Şu an, sevginin daha önce farklı türleri üzerine yapılan beyin aktivitesinin daha kapsamlı bir resmine sahibiz. Sevgi modelinin etkinleşmesi; beyindeki Bazal Gangliya’nın sosyal durumlarında, alnın orta hattı, başın arka tarafının kenarlarındaki Precuneus ve Temporoparietal Bölge tarafından oluşuyor.”

Araştırmada, bir kişinin çocuklarına olan sevgisi romantik sevgiden sonra en yoğun beyin aktivitesini oluşturdu.

Rinne, konuyla ilgili sözlerine şöyle devam etti: “Anne-baba sevgisinin sevgi görüntülemesinde, diğer türdeki sevgilerde görülmeyen bir şekilde beynin ödül sistemindeki Striyatum Bölgesi’nde derin bir etkinleşme vardı. İngiltere’deki Oxford Üniversitesi Basımevi’nin Serebral Korteks Dergisi’nde bu hafta yayınlanan çalışmada; romantik eşler, arkadaşlar, yabancılar, evcil hayvanlar ve doğa için olan sevgi de araştırmanın bir parçasıydı.

Beklendiği üzere, yabancılar için olan şefkatli sevgi yakın ilişkilerdeki sevgiden daha az ödül vericiydi ve daha az beyin etkinleşmesine neden oldu. Bu arada; sevginin doğası beynin ödül sistemini ve görsel bölgelerini etkinleştirirken, sosyal beyin bölgelerini etkinleştirmedi.

Evcil Hayvan Sahipleri Beyin Aktiviteleriyle Teşhis Edilebilir  

Araştırmacılar için en büyük sürpriz, kişiler arasındaki sevgiyle ilişkili beyin bölgelerinin etkinleşmenin yoğunluğuna bağlı olarak birbirine çok benzer fakat farklılıklarla dolu olmasıydı. Beynin sosyal idrakle ilişkili her tür kişiler arası etkinleşen bölgelerinin aksine, evcil hayvanlar veya doğa sevgisi etkinleşmesi farklıydı.

Tüylü evcil bir hayvan arkadaşla yaşamını ister paylaşsın ister paylaşmasın deneklerin araştırmada beyin tepkileri şöyle oldu:” Evde kanepede uzanmış yatıyorsunuzdur ve evcil hayvan kediniz üzerinize gelir yastık gibi yatar. Kediniz yanınıza kıvrılır ve uykulu uykulu mırlar. Evcil hayvanınızı seversiniz.”

Rinne, sözlerini şöyle tamamladı: ”Evcil hayvanlara olan sevgi ve onunla ilişkili beyin aktivitesine bakıldığında, sosyal olmayla bağlantılı beyin bölgeleri kişinin evcil hayvan sahibi olup olmadığını istatiksel olarak gözler önüne serdi. Bu bölgeler, evcil hayvan sahibi olanlarda olmayanlara nazaran daha fazla aktif hale geldi.”

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/08/240826131233.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer


17 Kasım 2024 Pazar

Yeni Bir Araştırma Kalp Şekli Ve Kardiyovasküler Hastalık Arasında Bir İlişki Olduğunu İspatladı

 


İkiden fazla ulusa ait bir araştırma, kalbin şeklinin kısmen genetik tarafından etkilendiğini ve kardiyovasküler hastalıkların riskini tahmin etmeye yardım ettiğini gözler önüne serdi.

Birleşik Krallık Londra’daki Queen Mary Üniversitesi, King’s College, Zaragoza Üniversitesi ve London College Üniversitesi ve de İspanya Coruna Complexo Hospitalario Üniversitesi’ndeki araştırmacılar; ilk önce 3 boyutlu gelişmiş imajlama ve makina öğrenme tekniğini kullanarak, kalbin sol ve sağ karıncıklarının genetik temelini incelediler.

İlk yapılan araştırma öncelikli olarak kalbin büyüklüğü, hacmi ve belirli boşlukları üzerine odaklandı.

Ekip; her iki kapakçığın üzerinde de çalışarak kalbin şeklinin daha karmaşık, çok boyutlu özelliklerini yakaladı.

Bu yeni kalp şeklini keşfetme yaklaşımı, kalple ilişkili yeni genlerin keşfine ve kardiyovasküler hastalığın kalp şekliyle bağlantılı olan biyolojik yollarını daha iyi bir şekilde anlamaya yardımcı oldu.

Kardiyovasküler hastalık, Birleşik Krallık’ta ve dünyada başlıca ölüm sebeplerinden bir tanesidir.

Bu çalışmanın bulguları, kalp hastalıkları riskinin nasıl geliştiğini değiştirebilir.

Kalp şekliyle bağlantılı olan genetik bilgi, kliniksel ayarlarda erken potansiyeli ve kişiye özel değerlendirmeyi sunarak kalp hastalığı riski skorunu verebilir.

Araştırmanın eş yazarı ve Queen Mary Üniversitesi’nde Moleküler Tıp Profesörü olan Patricia B. Munroe, konuyla ilgili şunları söyledi: "Bu çalışma, kalp hastalığı riski hakkında ne düşündüğümüz konusunda bizlere yeni bir bilgi verdi. Uzun zamandır kalbin büyüklüğü ve hacminin önemli olduğunu biliyorduk fakat şeklini inceleyerek genetik riskler konusunda yeni anlayışları ortaya çıkardık. Bu keşif, klinik tedavi uzmanlarına hastalığı önceden ve daha doğrulukla tahmin etme konusunda değerli ilave destek programlarını sağlayabilir."

Ekip; kapakçıkların 3 boyutlu modellerini yaratmak için Birleşik Krallık Biobank’teki 40,000’den fazla kişinin kardiyovasküler emar görüntülerini, büyük biyomedikal veritabanı ve araştırma kaynağından yarım milyon İngiliz katılımcının genetik ve sağlık bilgisini kullandı.  

Araştırmacılar, istatiksel analiz aracılığıyla kalp şeklindeki ana farklılıkları tanımlamak için 11 kalp boyutunu belirledi.

Sonrasındaki genetik analiz, insan genomundaki farklı kalp şekilleriyle ilişkili 45 belirli bölgeyi keşfetti.

Bu bölgelerin 14’ü daha önce kalp özelliklerini etkilediği bilinmemekteydi.

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/11/241114125445.htm ‘den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer          

13 Ekim 2024 Pazar

İki Lisan Bilme Beyni Daha Etkin Hale Getiriyor, Bilhassa Genç Yaşta Öğrenildiğinde

 

Nöroplastisite; beynin kendi içinde bağlantılar kurma, etrafındaki çevreye adapte olma yeteneğidir. Beyin; çocuklukta çok esnektir, lisan gibi bir uyarı reaksiyonu olarak yeni bağlantı yollarını oluşturur.

Daha önce yapılan araştırma ikinci öğrenilen lisanın dikkati pozitif bir şekilde arttırdığını, sağlıklı yaşlanmayı ve hatta beyin hasarından sonra iyileşmeyi bile sağladığını ispatladı.

Kanada’daki McGill Üniversitesi (Montreal Nörolojik Enstitü-Hastanesi), Ottawa Üniversitesi ve İspanya’daki Zaragoza Üniversitesi; kavramanın iki lisandaki rolünü detaylandırdılar, beyin bölgeleri arasında artan iletişim etkinliğini kanıtladılar.

Bilim adamları; ya Fransızca, ya İngilizce veyahut da iki dili de konuşan 151 katılımcıyı işe aldılar ve onların ikinci lisanı öğrenme yaşını kaydettiler.

Araştırmada, katılımcıların beyinleri daha önce yapılan araştırmalardaki gibi belirli bölgeler üzerine odaklanılarak değil; tüm beyin aktiviteleri beyinlerinin dinlenme halleri fonksiyonel manyetik rezonans imajlamayla  (fMRI) kayıt edilip tarandı.  

fMRI taramaları, iki lisan bilen katılımcıların tek lisan bilen katılımcılara nazaran beyin bölgeleri arasında bağlantının arttığını ve bunun bilhassa genç yaşta öğrenenlerde daha fazla olduğunu gözler önüne serdi.

Bu etki, bilhassa beyindeki Serebellum ve Sol Frontal Korteks bölgeleri arasında kuvvetliydi. Araştırmanın sonuçları; beyin bölgelerinin ayrı şekilde çalışmadığını, fakat diğer insanları anlamak ve lisanı konuşmak için iletişim halinde olduklarını gösteren daha önce yapılan araştırmalara örnek teşkil etti.

Araştırma, tüm beyin etkinliğinin bilişsel performansa da yardımcı olduğunu da kanıtladı.

Bu en yeni yapılan araştırma; iki lisan bilmenin etrafımızdaki dünyayı düşünmede, iletişim kurmada ve deneyimlemede nasıl etkilediğini gözler önüne serdi.

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/10/241010142538.htm ‘den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

19 Eylül 2024 Perşembe

 Korku Dolu Hatıralar Bazı Beyinlerde Nasıl Saklanıyor

İsveç’teki Linköping Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, beyinde saklanan korku dolu hatıraların gücünü arttıran biyolojik bir mekanizmayı keşfetti. Araştırma, fareler üzerinde yapıldı ve bilimsel Moleküler Psikiyatri dergisinde yayınlandı. Çalışma; endişeyle bağlantılı mekanizmalarla ilgili yeni bir bilgi sağladı ve endişe, alkol bağımlılığı ardındaki ortak mekanizmaları belirledi.

Beynin bazı bölgeleri korkuyla bağlantılı hatıraları işlemden geçirmek için önemlidir. Amigdala, tehditlerle karşılaşınca aktif hale gelir ve duyguları düzenlemek için önemli olan beynin ön lob bölümleri “Prefrontal Korteks”le birlikte çalışır.

Araştırmayı yürüten, Linköping Üniversitesi’nde Sosyal ve Etkili Nörobilim (CSAN), Biyomedikal ve Kliniksel Bilimler Bölümü’nde (BKV) Öğretim Üyesi olan Estelle Barbier konuyla ilgili şunları söyledi: "Amigdala’yı beynin ön loblarına bağlayan sinir hücreleri ağının korku tepkileriyle ilişkili olduğunu biliyoruz. Bu beyin yapıları arasındaki bağlantılar, insanlarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (PTSD) ve diğer endişe hastalıklarına yol açıyor.”

Her nasılsa, bununla ilişkili olan moleküler mekanizmalar uzun zamandır bilinmiyordu. Çalışmadaki araştırmacılar “PRDM2” adlı pek çok gen ifadesini bastıran epigenetik bir enzimi, proteini araştırdılar. Araştırmacılar, yakın zamanda PRDM2 seviyelerinin alkol bağımlılığında daha düşük olduğunu ve aşırı stres tepkilerine yol açtığını keşfettiler.

Yeni hatıraların sonsuza dek sürmesi için onların sabitleştirilmiş olmaları ve “Uzun-süreli hatıra” olarak saklanmaları gereklidir. Bu süreç “Sağlamlaştırma (Konsolidasyon)”  olarak bilinir.  Çalışmayı yürüten araştırmacılar, korku dolu hatıralar süreçten geçerken PRDM2’nin azalmış seviyelerinin etkilerini araştırdılar.

Estelle Barbier konuyla ilgili sözlerine şöyle devam etti: "Frontal loblar ve Amigdala arasındaki ağın artan aktivitesinin, öğrenilmiş korku reaksiyonlarını arttırdığı bir mekanizmayı belirledik.PRDM2’nin aşağı regülasyonunun korku dolu hatıraları sabitleştirmeyi arttırdığını kanıtlamış olduk.”

Araştırmacılar, PRDM2 seviyesi azaldığında etkilenen genleri de belirlediler. Bunun da, Frontal loblara ve Amigdala’ya bağlayan sinir hücrelerinin aktivitesinde artışa neden olduğu netlik kazandı.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/09/220920211230.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

22 Ağustos 2024 Perşembe

Bilim İnsanları Sonsuza Kadar Genç Kalan Kök Hücreleri Arıyor

 

Denizşakayığı (Nematostella Vectensis) ölümsüz olma potansiyeline sahiptir. Avusturya’daki Viyana Üniversitesi’nden Ulrich Technau’nun ekibinde bulunan gelişimsel biyologlar tarafından kullanılan moleküler genetik metotlar sayesinde, ilk kez denizşakayıklarındaki çok yetili kök hücrelerinin olması muhtemel adayları belirlendi. Bu kök hücreler, insanlarda yalnızca yumurta ve spermin oluşumunda aktif olan evrimsel yüksek korunumlu genler tarafından düzenlenmişlerdir fakat Knidliler gibi antik hayvan türlerine yaşlanmaktan kaçmak için yüksek seviyede canlandırıcı kapasite vermektedirler. Araştırmanın sonuçları şu anda Science Advances dergisinde yayınlandı ve gelecekte de insanın yaşlanma süreciyle ilgili ışık tutabilirler.

"Kök hücrelerimiz yaşadığı kadar yaşarız" sözü, cesur fakat bir o kadar da doğru bir sözdür.

Kök hücreleri; insanlarda çeşitli hücrelerin ve dokuların, örnek verecek olursak, kan hücrelerinin, cildin veya saçın sürekli yenilenmesine katkıda bulunurlar.

Eğer kök hücreleri bu kabiliyeti yitirirlerse veya yaşam sürecindeki sayıları azalırsa, beden yaşlanmaya veya hastalanmaya başlar.

Bu sebeple kök hücreleri, biyomedikal araştırmalar tarafından yoğun ilgiye sahip bulunmaktadır.

İnsanlar ve diğer pek çok omurgalılar belirli organ kısımlarını veya uzuvlarını yenileyebilirken, diğer hayvan grupları çok daha kuvvetli yenileme mekanizmalarına sahiptirler.

Bu yetenek, vücudun neredeyse her tür hücre türünde oluşabilen (farklılaşabilen) birden fazla etkiye sahip veya çok yetili kök hücreler tarafından olası hale gelmektedir.

Denizşakayığı Nematostella Vectensis yüksek seviyede yenileyicidir: Tomurcuklanmayla cinsiyetsiz olarak çoğalabilir ve hiç bir yaşlanma işareti göstermez. Bu da kök hücre araştırması için ilginç bir konudur.

Bununla beraber araştırmacılar, bu hayvanlarda herhangi bir kök hücreyi henüz tanımlayamadılar.

Technau ve ekibi yeni "Tek Hücre Genom Bilimi Metod" unu kullanarak tüm mesajcı RNA’ların belirli bir hücrede toplanması görünümlerine dayanan karmaşık organizmaların hücrelerini belirledi ve hangi kök hücrelerin geliştirildiğine karar verdi.

Viyana Üniversitesi’nden olan tezin ilk yazarı Andreas Denner konuyla ilgili şöyle konuştu: "Tek hücre gen ifadesi analizlerini ve insanlara ait genlerin hayvan hücrelerine aktarılması işlemini birleştirip, sinir hücreleri ve bezeleri içeren hücreler gibi, denizşakayığının ayırt edilebilen büyük nüfusta oluşmuş hücrelerini belirleyebiliyoruz. Hatta çok yetili kök hücre adaylarını da belirleyebiliyoruz.”

Bu kök hücreler boyutlarının küçüklüğünden dolayı şu ana kadar keşfedilmemiş kaldılar.

Bu potansiyel kök hücreleri; insanlar da dâhil tüm hayvanlardaki tohum hücrelerinin (sperm ve yumurta hücrelerinin) gelişimini kolaylaştıran, evrimsel olarak yüksek seviyede korunmuş genler olan Nano-genler ve Piwi genleri ifade ederler.

Bilim insanları, CRISPR gen makaslarını kullanıp belirli nano-genleri mutasyona uğratarak bu genin denizşakayıklarındaki tohum hücrelerinin oluşumu için gerekli olduğunu da kanıtladılar.

Genin yumurta ve spermin üretimi için de temel bileşen olduğu diğer hayvanlar üzerinde gösterildi.

Bu da gen fonksiyonunun yaklaşık 600 milyon yıl önce ortaya çıktığını ve bugüne kadar da korunduğunu ispatlıyor. Ulrich Technau ve onun ekibi, şimdi gelecekteki araştırmalarında denizşakayığının potansiyel ölümsüzlükten sorumlu kök hücrelerinin özelliklerini araştırmak istiyor.

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/08/240819130732.htm’den çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

18 Temmuz 2024 Perşembe

Türk Kahvesi İçmeyi Denemenin 8 Nedeni

 

1.Egzersizin Performansını Arttırır

Kafein, hem zihinsel hem de atletik performansı geliştiren doğal bir uyarıcıdır. Türk Kahvesi; yeterli seviyedeki kafein dozuyla atletik performansı iyileştirme, reaksiyon zamanını ve enerji seviyelerini geliştirme de dâhil bazı faydalar sağlar.

2.Karaciğeri Korur

Karaciğer; hormonların dengesinin kontrol edilmesi (Kortizon, Tiroid ve diğer Adrenal hormonlar) gibi çeşitli bedensel fonksiyonlarda kritik rol oynar. Hormonal dengesizlikler; Hepatit, Siroz ve Karaciğer Yağlanması gibi kronik karaciğer hastalıklarında meydana gelir. Bazı çalışmalar karaciğer yetmezliği riskinin düzenli olarak Türk Kahvesi içenlerde daha düşük olduğunu ispatlamıştır.

3.Beyni Güçlendirir ve Bilişsel Zayıflamaya Karşı Korur

Bazı çalışmalar kafeinli Türk Kahvesi’nin Alzheimer, Parkinson, Bunama (Demans) ve Felç gibi pek çok nörolojik durumu önleyebildiğini kanıtlamıştır. Bir araştırma, yeterli miktarda tüketilen Türk Kahvesi’nin Alzheimer Hastalığı’nın gelişme riskini yüzde 27 azaltmakla ilişkili olduğunu bildirmiştir. Pek çok bilimsel araştırma kahvenin ruh halini, reaksiyon zamanını ve bilişsel fonksiyonları geliştirdiğini göstermiştir.

4.Yararlı Bileşimleri İçerir

Türk Kahvesi filtrelenmiş değildir, sağlığı arttıran antioksidanlar ve polifenollar gibi olan klorojenik asitleri, yararlı biyoaktif bileşimlerin yüksek yoğunluğunu içerir.  Klorojenik Asitler iltihap (inflamasyon), kan şekeri, kolesterol ve yüksek kan basıncı seviyelerini düzeltirler. Kahve; iltihabı azaltan, enfeksiyonla savaşan ve kalp sağlığını iyileştiren diterpenoidler de dâhil güçlü diğer birçok bileşimi içerir.

5.Bazı Hastalıklara Karşı Koruyucu Etkilere Sahiptir

Türk Kahvesi tüketmek, Şeker Hastalığı (Diyabet) ve Kalp Hastalığı gibi bazı sağlık problemlerinin de riskini azaltmaya yardımcı olur. Bir araştırma her gün en az bir fincan Türk Kahvesi tüketenlerin hiç tüketmeyenlere nazaran yüzde 12 daha az Tip 2 Diyabet Hastalığı artma riskine sahip olduğunu bildirmiştir. Yapılan başka bir araştırmada da günde iki ila üç fincan kahve tüketenlerin yüzde 15 daha az kalp hastalığı riskine sahip olduğu keşfedilmiştir. Kahve tüketmenin depresyon, siroz, karaciğer kanseri ve rahim kanseri (endometriyal kanser) riskini de azalttığı bulunmuştur.  

6.Kanser Riskini Önemli Ölçüde Azaltır

Yapılan bir araştırma, Türk Kahvesi’nin erkeklerde prostat kanseri riskini ve kadınlarda rahim kanseri riskini yüzde 25 azalttığını ispatladı. Kahve, sık görülen cilt kanseri türü olan bazal hücreli karsinomun gelişimini de durduruyor.

7.Anında Enerji Sağlar

Yapılan araştırmalara göre günde en az bir fincan kahve tüketenlerin enerji seviyesi hiç kahve içmeyenlere nazaran yüzde 62 daha fazla. Kafein psikoaktif etki verir, çünkü vücut tarafından çabucak emilir.

8.Kilo Vermeye Yardımcı Olur

Türk Kahvesi; insülini kullanmaya, kan şekeri seviyesini düzenlemeye ve şekerli tatlılara karşı olan krizi azaltmaya yardımcı olan magnezyum ve potasyumu içerir. Düzenli kafein tüketimi yakıt olarak kullanılan yağ hücrelerinin yok edilmesine yardım eder. Türk Kahvesi, metabolizmayı hızlandıran ve vücudun yağ yakma mekanizması olan adrenalin hormonlarının salgılanmasıyla kalbi ve dolaşım sistemini uyarır.   

https://www.medicinenet.com/8_reasons_to_try_turkish_coffee/article.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

 


5 Temmuz 2024 Cuma

Özgür İrade Bir İllüzyon İse, Sen De Öylesin

 


Yeni bir çift kulaklık almak için internette alışveriş ettiğinizi hayal edin. Kulaklıkları almak için incelemeniz gereken pek çok renk, marka ve özellik var. Siz oradaki beğendiğiniz herhangi bir modeli seçebileceğinizi ve kararınızın kontrolünün de tamamen elinizde olduğunu düşünüyorsunuz. Sonunda nihayet “Alışveriş sepetine ekle” butonuna bastığınızda, bunları kendi özgür iradenizden dolayı yaptığınıza inanıyorsunuz.

Kulaklıkları incelerken beyin aktivitenizin hangi kulaklığı seçmek için aydınlandığını size söylediğimizi farz edin. Bu fikir hiç de ihtimal dışı değil! Nöro-bilim insanları seçiminizi yüzde yüz doğrulukla tahmin edemeyebilirler fakat araştırma, gerçekleşmesi yakın olan hareketin siz kararınızın bilincine varmadan saniyeler önce zaten beyin aktivitenizde var olduğu bilgisini kanıtladı!

Daha 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalarda bile insanların beyinlerinin basit, kendiliğinden oluşan bir hareketi yaptıklarında onlar harekete geçmeden önce nöro-bilim insanlarının “Hazırlık Potansiyeli-Readiness Potential” diye adlandırdığı nöral aktivite oluşumunu gösterdiği ispatlandı. 1980’li yıllarda nöro-bilim insanı Benjamin Libet de bu Hazırlık Potansiyeli’nin kişinin yalnızca hareketinde değil, hareket niyetinde bile var olduğunu bildirdi. 2008 yılında da bir grup araştırmacı, gerçekleşmesi yakın olan bir kararın insanlar karar vermeye veya ne zaman veya nasıl hareket etmeyi bildirmeden önce insanların beyinlerinde zaten 10 saniye öncesinden var olduğu bilgisini keşfetti.

Birleştirilmiş araştırma, insanoğlunun bilinçli seçimler yapma gücüne sahip olduğunu açığa kavuşturuyor fakat o faaliyet ve buna eşlik eden kişisel sorumluluk hissi hiç de bilinmeyen şeyler değiller. Bilim insanlarının bu faaliyeti Hazırlık Potansiyeli olarak gözlemleyip gözlemlemediğine bakmaksızın beyinde meydana geliyorlar.

Dolayısıyla, Serebral makinenin içinde bir hayalet yok. Fakat araştırmacılar olarak bu makinenin çok karmaşık, esrarengiz ve gizemli olmasından ötürü “Özgür İrade” ve “Özbenlik (Nefs)” gibi popüler kavramların işe yarar olup olmadığını tartışıyoruz. Bu kavramlar kusurlu olsalar da, zihnin ve beynin çalışma mekanizmasını düşünmemize ve hayal etmemize yardımcı oluyorlar. 

https://www.scientificamerican.com/article/free-will-is-only-an-illusion-if-you-are-too/’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

8 Haziran 2024 Cumartesi

Yeni Araştırma, Bir Babanın Diyetinin Çocuğunun Sağlığını Nasıl Şekillendirdiğini İnceledi

 

Nature Communications dergisinde yayınlanan yeni bir araştırma; baba erkek farelerin diyetindeki makro besin dengesinin, baba farelerin erkek çocuklarının endişe benzeri davranış seviyesini ve kız çocuklarının ise metabolik sağlığını etkilediğini keşfetti.

Araştırma, diyetin etkisinin babanın spermi aracılığıyla bir nesilden bir diğer nesle nasıl taşınabildiğini açıklamaya yardımcı oldu. Bu araştırma, gelecek nesilde baba olacak olanların metabolik hastalık ve duygu durumu bozuklukları riskini azaltma hedefli diyet kılavuzu olarak da bilgi verecek.

Anne babalar çocuklarının ilgilerini ve davranışlarını kendilerinin karma başarısıyla şekillendirebildiklerine inanmak isterler. Fakat uluslararası araştırma ekibinin yeni yaptığı bir araştırmaya göre, fare babaların kendi diyetleriyle çocuklarının sağlığını şekillendirdikleri kanıtlandı!

Bilim insanları; fare babanın diyetinin yalnızca kendi üreme sağlığına değil, çocuğunun üreme sağlığına da etkisi olduğunu keşfettiler. Erkek farelerin gereğinden fazla yemek yemesi veya gereğinden az yemek yemesi hem çocuklarının metabolizmasını ve davranışını etkiliyordu, hem de onların kanser riskini arttırıyordu!

Avustralya’daki Sydney Üniversitesi’nden Charles Perkins Merkezi’ndeki araştırmacılar, erkek fareleri birbirinden protein, yağ ve karbonhidrat ölçüleri bakımından farklı on diyetten bir tanesiyle beslediler ve daha sonra da onların standart diyetle yetiştirilen dişi farelerle çiftleşmelerini sağladılar. Araştırmacılar, en sonunda da yavru farelerin davranış ve fizyolojisi üzerine çalıştılar.

Kalori Sayısı Kadar Diyetsel Bileşim De Önemlidir

Araştırmacılar; düşük protein ve yüksek karbonhidratla beslenen, labirentin güvenli bölgesinde ne kadar zaman geçirdiği hesaplanan baba erkek farelerin daha yüksek seviyede endişeli erkek çocuğa sahip olduğunu keşfettiler. Araştırmacılar ayrıca baba erkek fareler yüksek seviyedeki yağlı diyetlerle beslenirlerse, onların kız çocuklarının da metabolik hastalığın daha yüksek seviyesindeki vücut yağı ve işaretleyicilerine sahip olacağını buldular.  

Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi ve Fransa, Nice’teki Côte d'Azur Üniversitesi’nden araştırma tezinin kıdemli yazarlarından ve Epigenetik değişimleri anlamaya çalışan GECKO Konsorsiyum’un lideri olan Profesör Romain Barrès, konuyla ilgili şunları söyledi: "Çalışmamız, çiftleşmeden önce yenen diyetin gelecek neslin belirli özelliklerini programlayabileceğini gösterdi.”

Araştırma ekibi, düşük proteinli diyet yiyen erkek farelerin de daha fazla yemek yediklerini gözlemledi.

Profesör Romain Barrès, sözlerini şöyle tamamladı: "Araştırmamız, bir babanın sadece çok fazla veya çok az yemek yemesini değil; babanın diyetindeki bileşimin gelecekteki çocuklarına nasıl etki edebileceğini gösterdi. Çalışmamızın gelecek nesildeki metabolik hastalık ve duygu durumu bozukluklarının riskini azaltmak hedefiyle baba olacak olanların diyet kılavuzunu inşa etmeye yardımcı olduğunu düşünüyorum.”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/04/240417131002.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

4 Mayıs 2024 Cumartesi

Genetik Model Araştırmasına Göre Bir Annenin Diyeti Torunlarının Beyin Sağlığını Koruyabilir

 

Erken hamilelik döneminde elma ve şifalı bitkilerden yiyen anneler; sadece çocuklarının beyin sağlığını korumakla kalmayıp, torunlarının da beyin sağlığını koruyor. Avustralya, Melbourne’daki Monash Üniversitesi’nde Genetik Modeller kullanılarak yapılan çalışma bunu kanıtladı. 

Buluş; bir annenin diyetinin sadece kendi çocuğunun beynini değil, torunlarının beyinlerini de koruyabileceğini keşfeden bir projenin parçasıydı.

Doğa Hücresi Biyoloji Dergisi’nde (Nature Cell Biology) yayınlanan araştırma tezine göre, Monash Biyotıp Keşif Enstitüsü bazı gıdaların beyin fonksiyonunun bozulmasına karşı beyni koruyabileceğini ispatladı.

Belirgin bir biçimde ifade edilecek olunursa, çalışma; genetik model olarak yuvarlak solucanları kullandı, çünkü bu solucanların pek çok geninin insan hücrelerinin içyüzünü kavramaya olanak tanıyarak insanlarda da korunduğu keşfedildi.

Araştırmacılar; elma ve şifalı bitkilerde (reyhan, biberiye, kekik, kekik otu ve adaçayı)   bulunan bir molekülün beynin düzgün çalışması için gerekli olan iletişim ağlarının bozulmasını azaltmaya yardımcı olduğunu gösterdi.

Araştırma tezinin kıdemli yazarı Profesör Roger Pocock ve ekibi; “Aksonlar” adı verilen, 850,000 kilometre boyunca ağlarla bağlayan ve iletişim kuran beyindeki sinir hücrelerini araştırıyordu. Aksonların fonksiyon gösterebilmesi ve ayakta kalabilmesi için, mikrotübülleri de kapsayan içyapıya temel maddelerin nakledilmesi gereklidir.

Profesör Pocock, aksonların bir bozukluk sonucunda kırılgan hale gelmesinin beynin bozulmasına ve nörolojik dejenerasyona yol açtığını açıkladı.   

Profesör Pocock, ekibinin hayvanlar yaşlandıkça bozulan kırılgan aksonlarla bir genetik model oluşturduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: Bir diyette bulunan doğal ürünlerin bu aksonları sağlamlaştırıp, bozulmayı önleyip önleyemeyeceğini araştırdık. Elmalarda ve şifalı bitkilerde bulunan, akson kırılganlığını azaltan bir molekülü (Ursolik Asit) belirledik. Nasıl mı? Ursolik asitin bir tür yağı yapan geni harekete geçirmeye neden olduğunu keşfettik. Bu bir tür yağ, hayvanlar yaşlandıkça oluşan akson kırılganlığını aksonun nakledilmesini geliştirip önlüyordu ve bundan ötürü de akson sağlığını koruyordu."

Profesör Pocock, “Sfingolipid” olarak bilinen bu tür yağın gıdaların hazmedildiği annenin bağırsaklarından gelecek neslin aksonlarının korunması için annenin rahmindeki yumurtalara seyahat etmesi gerektiğini söyledi. Pocock, sonuçların umut verici olmasına rağmen insanlar üzerinde de teyit edilmesi gerektiğini de sözlerine ilave etti.

Profesör Pocock, sözlerini şöyle tamamladı: "Bir lipitin/yağın miras kaldığını ilk kez kanıtlıyoruz. Daha da fazlası, bir anneyi Sfingolid’le beslemek birbirini izleyen iki nesilde aksonları koruyor. Bu da şu manaya geliyor: Bir annenin diyeti, sadece dünyaya getirdiği çocuğun beyin sağlığını değil; onun çocuklarının beyin sağlığını da koruyabiliyor. Araştırmamız, hamilelik esnasındaki sağlıklı diyetin en iyi beyin gelişimi ve sağlığı için gerekli olduğunu doğruluyor.”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2023/08/230803213815.htm’den  çevrilmiştir.

 

 


19 Nisan 2024 Cuma

Sağlık Ve Mutluluk Birbirine Bağlıdır

 


İyi bir sağlık ve mutlu bir hayat görüşü eşit derecede değerlidir ama birbirinden bağımsız hedefler gözükebilir. Fakat giderek artan araştırmalar, mutlu bir hayat görüşünün fiziksel sağlık için güçlü bir etkiye sahip olduğunu kanıtlıyor…

Psikolojik Bilim (Psychological Science) dergisinde yeni yayınlanan araştırmaya göre, hem internet üzerinden yapılan hem de kişisel psikolojik müdahaleyle yapılan programların fiziksel sağlık bildirimlerinde pozitif etkilere sahip olduğu ispatlandı. Her iki program da eşit derecede etkiliydi.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Georgetown Üniversitesi’nde Psikoloji Bölümü’nde Profesör olan ve araştırmanın tezinin yazarlarından biri olan Kostadin Kushlev, konuyla ilgili şunları söyledi: “Daha önceden yapılmış çalışmalar, mutlu insanların daha az mutlu insanlara nazaran daha iyi bir kardiyovasküler sağlığa sahip olduğunu ve daha iyi bağışıklık sistemi tepkileri vermeye eğilimli olduğunu ispatladı. Araştırmamız; özellikle kişisel sağlığı arttırmak için tasarlanan yöntemlerin, genel olarak sağlıklı olan yetişkinlerin bile psikolojik sağlığının arttırılmasının fiziksel sağlığa yararlı olduğunu kanıtlayan ilk rastgele denetimli deneylerden oluştu."

Araştırmada, yaşları 25 ila 75 arasındaki bir grup 155 yetişkin rastgele ya bekleme listesinde kontrol durumunda kaldılar ya da “Öz Benlik”, “Deneyimsel Benlik” ve “Sosyal Benlik” diye adlandırılan üç farklı mutluluk kaynağına yöneltilen 12 haftalık pozitif psikolojik müdahale programına atandılar.

Kushlev sözlerini şöyle tamamladı: "Tüm aktiviteler, öznel sağlığı arttırmak için kanıta dayalı destek programıydı.”

Mutlu Bir Gelecek

Psikolojik müdahale programına katılan katılımcılar 12 haftalık kurs boyunca öznel sağlık seviyelerinin arttığını bildirdi.

https://www.sciencedaily.com/releases/2020/07/200722170142.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

25 Mart 2024 Pazartesi

Hurmanın Kanıtlanmış Sağlığa 8 Faydası

 

Hurmanın Kanıtlanmış Sağlığa 8 Faydası

Bu yazı, hurma yemenin kanıtlanmış sağlığa 8 faydasından ve onu diyetinize nasıl dahil edebileceğinizden bahsediyor.

1. Hurmanın Besin Değeri Çok Yüksektir

Hurma, mükemmel besin değeri profiline sahiptir. Hurmalar kuru oldukları için kalori içerikleri diğer pek çok taze meyveden daha yüksektir. Hurmanın kalori içeriği diğer kuru meyveler üzüm ve incire benzerdir. Hurma bir sürü vitamin ve minerale sahip olduğu gibi, lif ve antioksidana da sahiptir. Fakat kuru bir meyve olduğu için yüksek kalorilidir.

2. Hurma, Yüksek Liflidir

Yeteri kadar lifli gıda almak sağlığımız için önemlidir.

100 gr.’lık hurmanın neredeyse 7 gramı lif olduğu için, hurmayı diyetinize ilave etmek lifli gıda alımınızı arttırmanın harika bir yoludur. Lif, bağırsaklarınızdaki gazı önleyerek sindirim sisteminize yardımcı olur. Dışkı oluşumuna katkıda bulunarak, düzenli bağırsak hareketlerini arttırır.

Daha da fazlası hurmadaki lif, kan şekeri kontrolü için de faydalıdır. Lif, hazmı yavaşlatır ve yemek yedikten sonra kandaki şeker seviyesinin yüksek olmasını önler.  

3. Hurma, Hastalıkla Savaşan Yüksek Antioksidanlara Sahiptir

Hurma; birçok hastalığın riskini azaltmak dahil, sağlığa çok yararı olan çeşitli antioksidanları bulundurmaktadır.

Antioksidanlar; hücrelerimizi serbest radikallerden, yani; vücudumuza zararlı reaksiyonlara yol açabilen, kolayca çürüyen ve hastalığa yönelten moleküllerden korur. Kuru incir ve eriğe nazaran hurma, en yüksek antioksidan içeriğine sahiptir. Hurmadaki en etkili 3 Antioksidan şunlardır:

Flavonoid’ler: Flavonoid’ler, iltihapları azaltan kuvvetli antioksidanlardır ve Flavonoid’lerin diyabet riskini, Alzheimer hastalığı riskini ve belirli kanser türlerini azaltmadaki potansiyeli üzerinde araştırmalar yapılmıştır.

Karotenoid’ler: Karotenoid’lerin kalp sağlığını arttırdığı ve Sarı Nokta Hastalığı gibi gözle ilgili hastalıkların riskini azalttığı kanıtlanmıştır.

Fenolik Asit: İltihaplanma önleyici özelliği bilinen Fenolik Asitler kanser ve kalp hastalığı riskini azaltırlar.

4. Hurma Yemek, Beyin Sağlığını Arttırır

Hurma yemek, beyin fonksiyonunu iyileştirir. Laboratuvar çalışmaları, hurmanın Alzheimer hastalığı gibi nörolojik dejeneratif hastalıkların riskini arttıran beyindeki interlökin (IL-6) gibi inflamatuvar belirteçleri azalttığını da keşfetti.

5. Hurma Yemek, Doğal Yoldan Olan Doğumu Kolaylaştırır

Hamileliğin son haftalarında hurma yemek rahim ağzının açılmasını artırır ve başlatılmış doğum sancısını azaltır.

6. Hurma, Doğal Tatlandırıcıdır

Hurma; meyvelerde doğal tipte bulunan şeker olan früktoz kaynağıdır.

7. Hurmanın Sağlığa Olan Diğer Yararları

Kemik Sağlığı: Hurma; fosfor, kalsiyum ve magnezyum da dahil pek çok minerale sahiptir.

Kan Şekeri Kontrolü: Hurma; düşük glisemik indekse, lif ve antioksidanlara sahip olduğu için kan şekerini düzenleme potansiyeline de sahiptir.

8. Hurmayı Diyetinize Kolaylıkla İlave Edebilirsiniz

Hurma yemenin pek çok farklı yolu vardır. Hurma çoğunlukla sade şekilde yenir fakat diğer popüler yemeklere katılıp yenebilir. 

Çeviren: Esin Tezer

https://www.healthline.com/nutrition/benefits-of-dates ‘den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


18 Şubat 2024 Pazar

Kalbimiz Direkt Olarak Duygularımızı Etkileyebilir

 

Endişeli bir haldeysek, beynimiz kalbimizi daha hızlı çalıştırır. Fakat kalbimiz hızlı attığında, beynimizle mi konuşur? Bilim insanları, yüzyıllardır kalbin zihni idare ettiği üzerine tartışıyorlar ve şimdi de Nature dergisinde bugün yayınlanan bir araştırmaya göre, fiziksel hallerin duygusal halleri etkileyebileceği kanıtlandı. Araştırma, sadece riskli durumlarda hızlı kalp atışının farelerde endişeli davranışlara yol açabileceğini keşfetti. Araştırmanın tezinin yazarları; kalbi hedef alan müdahalelerin panik bozukluğa karşı etkili bir tedavi olabileceğini ispat ettiğini ileri sürüyorlar.

Yeni araştırmayı yürüten, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Stanford Üniversitesi’nde bir nöro-bilim adamı ve psikolog olan Karl Deisseroth; kariyerinin başlangıcından beri kalbin duygusal süreçteki rolünü merak ediyordu. Psikiyatri stajyer doktoru olduğunda, artan kalp atışlarının panik bozukluğun yaygın belirtisi olduğunu öğrendi.

Artan kalp atışı için kullanılan “Taşikardi” terimi şimdi hem farelerdeki hem de insanlardaki endişenin bir işareti haline geldi. Deisseroth, konuyla ilgili “Ama şu ana kadar artan kalp atış hızının duygusal tepkiye neden olduğunu direkt olarak test etmenin bir yolu yoktu" dedi.     

Deisseroth’un ekibi 2019 yılında Opsin’lerin yeni özelliklerini keşfetmeye devam ederken, kırmızı ışığa yüksek derecede duyarlı ve güçlü elektrik akımı geçiren yeni Rodopsin kanallarını (Channelrhodopsin) keşfetti. Ekip, bu yeni tasarladıkları proteini “ChRmine” olarak adlandırdı. Araştırmacılar; kalptekiler de dâhil, artık vücuttaki tüm hücreleri ustalıkla idare edebileceklerdi.

Deisseroth ve onun çalışma arkadaşları, beynin kalple konuşan kısımlarını belirlemeye başladılar. Araştırmacılar, beyin aktivitesinin işaretini floresan ışıkla etiketleyen “Fos” adı verilen bir genle iki beyin bölgesini gözlem için izole ettiler: 1.Vücudun iç organlarından gelen girdiyi alan beyin bölgesi Posterior İnsular Korteks’i ve 2.Kalpten gelen girdiyi alan Prefrontal Korteks’i.

Araştırmacılar, en sonunda beyin ve kalbe aynı anda Optogenetik uygulamak için kalp atışı ve beyin aktivitesi arasındaki nedensel bağlantıyı tespit etmek istediler. Deisseroth, “Dikkate değer bir deneyi gerçekleştirdik” dedi. Araştırmacılar; Optogenetiği kullanarak, kalbi uyarıp bazı farelerin Posterior İnsular Korteks’indeki ve Prefrontal Korteks’indeki hücreleri kapattılar. Posterior İnsular Korteks’i sessiz hale getirdiklerinde (ama Prefrontal Korteks değil) yüksek kalp atış hızı artık stres dolu durumlardaki endişeli davranışları arttırmadı. Deisseroth sözlerine şöyle devam etti: “Bu, Prefrontal Korteks’in bu durumla alakalı olmadığı manasına gelmez. Korteks; kalbin daha hızlı attığının bilgisine sahip olur, fakat belki de o bilgiyi daha uzun zaman dilimlerinde kullanır.

Deisseroth; bu bulguların panik bozukluğa karşı kalp atışını hedeflemenin iyi tedavi edici bir yol olacağını ispatladığını söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı: ”Yüksek kalp atış hızına ve endişe bozukluklarına sahip olan insanlarda kalp atışı tedavinin hedefi olabilir ve öyle de olmalıdır. Kalp hastalıklarıyla ilgili pek çok müdahale güvenlidir ve iyi tolere edilmiştir. İnsanlara hayli yardımda bulunabilir.”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.the-scientist.com/the-heart-can-directly-influence-our-emotions-70995’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


24 Ocak 2024 Çarşamba

Atardamar Hastalığının Temel Etkeninin Basınçla İş Gören Köpük Hücre Oluşumu Olduğu Ortaya Çıktı

 

Gelişmiş Bilim (Advanced Science) dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma; yüksek tansiyonun (Hypertension) Atardamar (Arteriyel) hastalığını nasıl ateşleyip, ilerlettiğinin sırlarını gözler önüne serdi! Birleşik Krallık, Londra’daki Queen Mary Üniversitesi’nde Kardiyovasküler Mekanobiyoloji ve Biyomühendislik Bölümü Profesörü olan Thomas Iskratsch tarafından yönetilen araştırma ekibi; Atardamar duvarındaki kas hücrelerinin yüksek basınçla “Köpük Hücreleri”ne dönüştüğünü ortaya çıkardı. “Köpük Hücreleri” atardamarları bozan yapıtaşı tabakası oluşumudur.

Çalışma; kan damarı esnekliğinin ve kan akışının sağlanmasından sorumlu olan, bunun yükünü çeken Vasküler Yumuşak Kas Hücreleri (VSMC) üzerine odaklandı.

VSMC’ler, yüksek tansiyonun kronik stresi altında çarpıcı bir şekilde değişime uğruyorlar.

Araştırmacılar, bu hücrelerin yalnızca basınçla köpük hücrelerinden şekil değiştiren yağ damlacıklarıyla dolu olmak için tetiklendiklerini keşfettiler. Bu; damar tıkanıklığından (Ateroskleroz) kaynaklanan yaraların oluşumunun nedenidir, Atardamar hastalığının belirtisidir.

Profesör Iskratsch konuyla ilgili şunları açıkladı: "Bu bulgu çok önemli, çünkü VSMC’ler Atardamar tıkanıklıklarında bulunan köpük hücrelerinin yarısını oluşturuyorlar.

Araştırmacılar; gelişmiş imajlama tekniklerini ve basınca hassas olan protein Piezo1’i kullanarak “mekanik sinyalizasyon” yolunun, yağ metabolizmasının ve gen aktivitesinin yerini belirlediler.

Bilim insanları; VSMC’nin Köpük Hücreleri’ne olan dönüşümünü gerçekleştiren mekanizmaları hedefleyerek, damar tıkanıklığıyla ilgili yaralar için ilaç tedavisi geliştirebilirler ve hatta bu yaraları küçültebilirler.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/01/240105145053.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.