Bilim ve Din

Bilim ve Din

10 Aralık 2022 Cumartesi

Yetişkin Beyninde Bol Miktarda “Sessiz Sinapslar” Var

 

“Beyin doğum anından sonra, dışarıdan gelen ışın etkileri ile yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebed âtıl durmak için var edilmiştir demek değildir bu! Beynin ilk anda açılmamış hücre gruplarının bazı çalışmalar ile devreye girmesi, kapasite genişlemesi, yeni kabiliyetlerin elde edilmesi mümkündür! Zikir dediğimiz “Allâh”a ait bir mânânın beyindeki tekrarı olayı nedir? “Allâh” kelimesinin beyinde hatırlanması demek; bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir biyoelektiriğin akışı demektir.” Ahmed Hulusi İnsan ve Sırları-1

Nöronlar arasındaki olgunlaşmamış bağlantılar olan hücreler, yeni anıların oluşturulması için yardıma çağrılana kadar pasif duruyor. Şimdiye kadar sessiz sinapsların sadece gelişimin erken dönemlerinde var oldukları ve bu esnada beynin, hayatın erken dönemlerinde maruz kalınan yeni bilgileri öğrenmesine yardım ettikleri düşünülüyormuş. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT’de) yapılan yeni çalışma, yetişkin farelerde beyin korteksindeki tüm sinapsların yaklaşık yüzde 30’unun sessiz olduğunu ortaya koyuyor.

Araştırmacılar; bu sessiz sinapsların mevcudiyetinin, yetişkin beyinlerinin niçin devamlı yeni anılar oluşturabildiğini ve mevcut geleneksel sinapsların düzenlenmesine gerek kalmadan yeni şeyler öğrenebildiğini açıklamaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.

MIT’de yüksek lisans öğrencisi ve yeni çalışmanın başyazarı olan Dimitra Vardalaki, konuyla ilgili şunları söylüyor: “Bu sessiz sinapslar yeni bağlantılar arıyor. Yeni ve önemli bilgiler sunulduğunda ise ilişkili nöronlar arasındaki bağlantılar güçleniyor. Bu sayede beyin, değiştirmenin daha zor olduğu olgun sinapslarda depolanan önemli anıların üzerine yazmadan yeni anılar oluşturabiliyor.”

Hayret Verici Bir Keşif

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Columbia Üniversitesi’nde teorik nörobilim araştırmacıları Stefano Fusi ve Larry Abbott da nöronların beyinlerimizin yeni şeyleri nasıl öğrendiğini ve onları uzun süreli hafızada nasıl sakladığını açıklamak için çok miktarda farklı türde esneklik (plastisite) mekanizmasını sergilediğini ileri sürdü. Bu senaryoya göre, yeni hatıraları oluşturabilmek için sinapsların bazılarının var olması veya kolayca değiştirilmesi gerekiyor. Diğer bazı sinapslar da uzun süreli hatıraları saklamak için daha sabit kalmalı.

"Esnek Ve Güçlü"

Araştırmacılar, bulguların Abbott ve Fusi tarafından ileri sürülen teoriyi desteklediğini, yetişkin beyninin yeni hatıralar oluşturabilecek yüksek seviyede esnek sinapslara sahip olduğunu belirtiyor.

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/11/221130114452.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

24 Kasım 2022 Perşembe

Kahve İçmek Ömrü Uzatıyor

 

ESC1’in dergisi European Journal Of Preventive Cardiology’de bugün yayınlanan bir araştırmaya göre, günde iki ila üç fincan kahve içmenin hiç kahve içmemeyle karşılaştırıldığında ömrü uzattığı ve kardiyovasküler (kalp veya kan damarları hastalıkları) riskini azalttığı keşfedildi. Araştırmadaki bulgular; öğütülmüş kahve, su katılarak anında hazırlanan kahve ve kafeinsiz kahve çeşitleri üzerindeki denemelerden sağlandı.

Araştırmanın yazarı, Melbourne-Avustralya’daki Baker Kalp ve Diyabet Araştırma Enstitüsü’nde Profesör olan Peter Kistler konuyla ilgili şunları söyledi: "Bu öğütülmüş, su katılarak anında hazırlanan ve kafeinsiz kahve üzerinde yaptığımız büyük, gözlemsel çalışmada kahvelerin hepsinin eşit seviyede kardiyovasküler hastalık ve ölüm riskinin azalmasıyla ilişkili olduklarını keşfettik. Sonuçlar bize öğütülmüş, su katılarak anında hazırlanan ve kafeinsiz kahvenin makul seviyede içilerek sağlıklı yaşam stilinin bir parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini söylüyor.” 

Araştırma, düzensiz kalp atışı (aritmi) olmayan ve herhangi bir kardiyovasküler hastalığı olmayan toplam 449,563 katılımcı üzerinde yapıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 58’di ve yüzde 55,3’ü kadındı. Katılımcılar, onlara her gün günde kaç fincan kahve içtiklerini, suyla anında hazırlanan, öğütülmüş kahve (kapuçino veya filtre kahve) veya kafeinsiz kahve içip içmediklerini soran soru testini tamamladılar. Daha sonra da kahveyi içme miktarına göre 6 gruba ayrıldılar: Günde hiç kahve içmeyenler, 1 fincandan az veya 1 fincan içenler, 2 ila 3 fincan kahve içenler, 4 ila 5 fincan kahve içenler ve 5 fincandan fazla kahve içenler. Araştırmadaki katılımcılar, en çok içtikleri kahve türünün suyla anında hazırlanan kahve olduğunu söylediler. 198,062 katılımcı, yani katılımcıların yüzde 44,1’i bu tür kahveyi tüketiyordu. Öğütülmüş kahve tüketen katılımcı sayısı 82,575’di, yani yüzde 18,4’dü ve kafeinsiz kahve tüketen katılımcı sayısı ise 68,416’ydı, yani yüzde 15,2’ydi. Karşılaştırma grubu 100,510 kahve içmeyen kişiydi, yani katılımcıların yüzde 22,4’ydü. 

Kahve içenler; kahve içmeyenlerle yaş, cinsiyet, etnik köken, aşırı şişmanlık (obezite), yüksek kan basıncı, şeker hastalığı (diyabet), uyku apnesi, sigara içme alışkanlığı, çay ve alkol tüketimi gibi faktörler göz önüne alınarak düzensiz kalp atışı, kardiyovasküler hastalık ve ölüm gibi durumlar hakkında karşılaştırıldı.

Araştırma boyunca katılımcıların 43,173’ünde (yani yüzde 9,6’sında) kardiyovasküler hastalık teşhis edildi.  Tüm kahve çeşitleri kardiyovasküler hastalığın azalmasıyla ilişkiliydi. En düşük risk grubu günde iki ila üç fincan kahve içenlerdi. Araştırma boyunca katılımcıların 30,100’ünde (yani yüzde 6,7’sinde) düzensiz kalp atışı teşhis edildi. Öğütülmüş ve anında suyla hazırlanan fakat kafeinsiz olmayan kahvenin atrial fibrilasyon da dâhil, düzensiz kalp atışının azalmasıyla ilişkili olduğu da keşfedildi. Günde dört ila beş fincan öğütülmüş kahve içenlerin kahve içmeyenlere nazaran kardiyovasküler hastalık riskinin yüzde 17 azaldığı gözlemlendi. Anında suyla hazırlanan kahveden günde iki ila üç fincan içenlerin ise hastalık riskinin yüzde 12 azaldığı görüldü.

Profesör Kistler sözlerini şöyle tamamladı: "Kafein, kahvenin en bilinen öğesidir fakat bu içecek 100 biyolojik aktif bileşenden fazlasını içeriyor. Kafeinsiz olan bileşimlerin kahve içme, kardiyovasküler hastalık ve hayatta kalma arasındaki pozitif denklemden daha sorumlu olması muhtemel. Bulgularımız, makul miktarda içilen her tür kahveyi içmekten vazgeçilmemesini ve bunun kalp sağlığını koruyan bir davranış haline getirilmesinden keyif alınması gerektiğini destekler nitelikte.”

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/09/220926200838.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer


13 Ekim 2022 Perşembe

Beyninizdeki Yüksek Bilincin Kapısının Kilidini Açın

 

“Çakralardan yedincisi olan Epifiz Bezi (Pineal Gland) insanda soyut kavramların başladığı ve değerlendirildiği alandır. Bunun faaliyeti, beyinde düşünsel yaşama boyut atlatmaktadır.” Ahmed Hulusi, Okyanus Ötesinden-2 

Çam kozalağı şeklinde ve beyinlerimizin merkezinde yerleşik olan minik bezelye büyüklüğündeki bez; manevi bilgelik, ilham ve ruhani farkındalığın sırlarını taşıyor! “Epifiz Bezi”; fiziksel, zihinsel ve manevi sağlık için çok önemli olduğu gibi, yüksek bilincin de kapısını aralıyor… Epifiz Bezi’nin manevi farkındalık ve ruhani yeteneklerin anahtarı olduğuna inanılıyor. Geleneksel olarak, Epifiz Bezi’nin iki gözümüzün arasındaki “Ajna” veya “Kaş” olarak bilinen “Üçüncü Göz” Çakrası olduğu söyleniyor.

Teosofi’ye (Tanrı’nın ve ruhun doğasını mistik bir şekilde kavramaya olanak sağlayan inanç sistemi) Epifiz Bezi önemli bir psikofizyolojik merkez veya çakradır ve görülemeyen şeyleri görme yeteneğinin, önsezinin kaynağıdır. Epifiz bezi; “Ruhun ana koltuğu” olarak da tanımlanmaktadır ve yüksek boyutlara açılan kapıdır çünkü Epifiz veya üçüncü göz sıradan bir görüşün ötesinde bir algılama vermektedir.  

Epifiz Bezi Neden Bloke Olur?

Epifiz Bezi’miz kötü bir diyet, çevredeki toksinlere maruz kalmamız, yediğimiz sağlıksız yiyecekler, modern yaşamdan ötürü sertleşir ve sonra da kireçlenir ve en sonunda da tamamen bloke olur. Bu bez, mobil telefonlardan ve diğer kablosuz aygıtlardan yayılan elektromanyetik alanlardan da olumsuz etkilenmektedir. Epifiz Bezi sudaki florite karşı da hassastır. Her günkü aktivitelerimizde kullandığımız kimyasallar, örneğin, diş macunlarının pek çoğunda ve musluk suyunda bulunan florit Epifiz Bezi’ne zarar vermektedir.  

Epifiz Bezi’ni Aktif Hale Getirmenin Diğer Yolları:

Her gün güneş ışığı alarak zaman geçirmeye çalışın.

Gece uyurken tamamen karanlıkta uyumaya çalışın.

Epifiz Bezi’nin işleyişini geliştirmek ve arttırmak için düzenli olarak meditasyon yapın.

Yoga egzersizleri de Epifiz Bezi’ni harekete geçirmek için tesirli metotlardır. Bilhassa baş aşağı yaptığınız egzersizler beyine kan dolaşımını arttırdığı için faydalıdırlar.

Çeviren: Esin Tezer

https://uplift.love/how-to-detoxify-your-pineal-gland/’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

 

 


5 Eylül 2022 Pazartesi

İnsan Beynini Diğer Bütün Hayvanların Beyninden Farklı Kılan Nedir?

 

İnsan beynini, bize en yakın olan primat maymun da dâhil, diğer bütün hayvanların beyninden farklı kılan nedir? Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yale Üniversitesi’nde araştırmacılar, insan türüne ait olan özellikleri dört primat maymun türünün Prefrontal Korteksleri’ndeki hücre türlerinin analizini yaparak belirlediler. Araştırmanın raporu Science dergisinin 25 Ağustos 2022 tarihli sayısında yayınlandı. Araştırmacılar bizi “İnsan” yapan şeyin, nöropsikiyatrik hastalıklara karşı duyarlı hale getirdiğini de keşfettiler.  

Ekip araştırma için bilhassa primatlara özgü olan ve üst seviye kavramadan sorumlu beyin bölgesi Dorsolateral Prefrontal Korteks’i incelediler. Bilim insanları; Tek-hücreli RNA-dizilim Tekniği’ni kullanarak yetişkin insanlardan, şempanzelerden, makak ve marmoset maymunlarından topladıkları yüzlerce hatta binlerce genin ifadesinin profilini çıkardılar.

Yale Üniversitesi’ndeki Harvey ve Kate Cushing Nörobilim bölümü Genetik ve Psikiyatri Karşılaştırmalı Tıp Profesörü olan Nenad Sestan, şunları söyledi: "Bugün beynin Dorsolateral Prefrontal Korteks bölümünü insan kimliğinin adeta temel bir bileşeni olarak görüyoruz fakat bu bölgenin neden insan beynini eşsiz hâle getirdiğini ve diğer primat türlerinden ayırdığını anlayabilmiş değiliz. Fakat şimdi bununla ilgili daha fazla ipucuna sahibiz.”

Bunu yanıtlamak için araştırmacılar, önce insanlarda veya diğer analiz edilen insan olmayan primat türlerinde benzersiz bir şekilde bulunan herhangi bir hücre tipi olup olmadığını araştırdılar. Benzer gen ifadesi profillerine sahip hücreleri grupladıktan sonra, 109 ortak primat hücre tipini ve ayrıca tüm türler için ortak olmayan beş hücre tipini ortaya çıkardılar. Bunlar, yalnızca insanlarda bulunan bir tür mikrogliya veya beyne özgü bağışıklık hücresi ve yalnızca insanlar ve şempanzeler tarafından paylaşılan ikinci bir türü içeriyordu.

İnsana özgü mikrogliya tipi; gelişim ve yetişkinlik boyunca var oluyor, araştırmacılar, hücrelerin hastalıklarla savaşmaktan ziyade beyin bakımının korunmasında rol oynadığını öne sürüyorlar.

Sestan, sözlerini şöyle tamamladı: "Biz insanoğlu diğer primat türlerine nazaran kendimize özgü bir yaşam stiliyle çok farklı bir çevrede yaşıyoruz. Gliya hücrelerimiz, mikrogliya da dâhil, bu farklılıklara karşı çok duyarlılar. İnsan beyninde bulunan mikrogliya türü, bağışıklık sisteminin çevreye verdiği tepkiyi temsil ediyor olabilir.”

Ayrıca mikrogliya’daki gen ifadesinin bir analizi, insana özgü başka bir sürprizi ortaya çıkardı: FOXP2 Geni’nin varlığını! Bu keşif büyük ilgi uyandırdı çünkü FOXP2’nin varyantları, hastaların dil veya konuşma üretmekte zorlandıkları bir durum olan sözel dispraksi ile bağlantılıydı! Diğer araştırmalar da FOXP2 geninin otizm, şizofreni ve epilepsi gibi nöropsikiyatrik hastalıklarla bağlantılı olduğunu ispatladı.

Sestan ve meslektaşları bu genin primat türüne özgü gen ifadesini uyarıcı nöronların altkümesinde sergilediğini ve insan türüne özgü gen ifadesini de mikrogliya’da sergilediğini keşfettiler.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/08/220825164033.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


11 Ağustos 2022 Perşembe

Kalp Çakrası İle İlgili Bilmeniz Gereken Her Şey

 

“Kalp Çakra’sı”; ya da Sanskritçe’deki adıyla “Anahata Çakra” vücudun kalp bölgesinde, omurganın tam merkezinde yerleşiktir. Bu çakra; kişinin güven, korkusuzluk, huzur, cömertlik, şükür ve hayatla bağlantı duygularını idare ettiği gibi değişim ve dönüşüm, sağlıklı insan ilişkileri, ilişkilerde derinlik, duygusal kontrol ve kişinin kendini sevmesini (Özsevgi’yi) de idare eder.

Basitçe söylememiz gerekirse, Kalp Çakrası hava elementindendir ve anahtar sözcüğü (Mantra’sı) “Seni Seviyorum”dur.

Kalp Çakrası özeldir çünkü 7 çakranın 4.cüsüdür; enerji merkezleri olan çakraların tam orta noktasındadır, bir bakıma fiziksel ve manevi çakraların birleştiricisidir. Kalp Çakrası, dünya ve ruh arasındaki köprü işlevini de görür.

Kalp Çakrası Bloke Olduğunda Veya Enerjisi Dengede Değilse Ne Olur?

Kalp Çakrasının enerjisi dengede değilse, şunlar meydana gelir: Kişi katı kalpli, kalbi kırık, mutsuz, yalnız, kendini güvende hissetmeyen, kolayca kırılan veya kendine gösterilen sevgiyi hissetmeyen biri olur. 

Genel olarak egzersiz yapmak, kendinize duyduğunuz sevginin bilincinde olmanızı geliştirmede önemli rol oynar. Bedenlerimiz bizlere bahşedilmiş olan en değerli hediyedir ve onlara ne kadar fazla saygı duymayı, bakmayı öğrenirsek kalp çakralarımız da o kadar sağlıklı olurlar. Kalp çakrasının farkındalığı için yeşil kıyafetler giymemiz iyi bir fikirdir.

Kalp Çakrası, hava elementinden olduğu için temiz hava almak da kalp çakrasını aktif hale getirir. Açık alan olan ve temiz havalı yerlerde olmak kalp çakrası için çok faydalıdır. Eğer ağacın ve yeşilin bol olduğu ortamlarda bulunursanız, bu sizin için fevkalade olur!

Yeşil renkli mücevher taşları ve kristaller çoğunlukla bu çakrayla bağlantılıdırlar. Amazon taşı gibi taşlar kalbinizi açarlar ve içinizi rahatlatan enerjiyi dışarı taşırlar. Ama pembe kristal taşlar da bu çakrayla ilişkilidirler. Pembe Kuarz taşı da bu çakrayı tedavi eden kristal taşlardan biridir çünkü kendini ve başkalarını sevmeyi ifade eder. Kalp Çakrasını açan diğer kristal taşlar da Zümrüt, Malakit ve Peridot’dur.  

Eğer her şeyi yaparken kalbimizle bağlantı halinde olup, onu sevgiyle yaparsak; dünya ve dünya üzerindeki insanlar çok daha iyi hale geleceklerdir…

https://www.bemytravelmuse.com/heart-chakra/’den derlenip çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer  

 


6 Temmuz 2022 Çarşamba

Stres Bağışıklık Sisteminin Yaşlanmasını Hızlandırıyor

 

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Güney Kaliforniya Üniversitesi (USC) tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre travmatik olaylar, iş stresi, her gün yaşanan stresler ve ayrımcılıktan kaynaklanan stres bağışıklık sisteminin yaşlanmasını hızlandırıyor; kişinin kanser, kardiyovasküler hastalık ve Kovid-19 gibi bulaşıcı hastalık riskini arttırıyor. Araştırmanın sonuçları Ulusal Bilimler Akademisi Bildirileri’nde (PNAS) 13 Haziran 2022 tarihinde yayınlandı.

Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde (USC) Leonard Davis Yaşlılık Hastalıkları Bilimi (Gerontoloji) Okulu’nda Doktora sonrası bilim insanı olan, araştırmanın başyazarı Eric Klopack konuyla ilgili şunları söyledi: "Dünyanın yaşlı yetişkin nüfusu arttıkça, yaşa bağlı sağlığın farklılıklarını anlamak gerekli bir şey haline geliyor. Bağışıklık sistemindeki yaşa bağlı değişimler, sağlığın zayıflamasında kritik rol oynuyorlar. Bu çalışma, bağışıklık sisteminin yaşlanmasını hızlandıran mekanizmaları açığa çıkarmaya yardımcı oldu."

İnsanlar yaşlandıkça bağışıklık sistemi doğal olarak dramatik bir biçimde düşüşe geçer, buna “İmmün Yaşlanma” denir. Olgun yaştaki bir kişinin bağışıklık sistem profili zayıflar ve bitkin durumdaki beyaz kan hücreleri dolaşıma geçerler. Az miktardaki taze ve henüz denenmemiş olan beyaz kan hücreleri ise yeni istilacı mikroplara karşı hazırdırlar.

Bağışıklık sistemi yaşlanması sadece kanserle değil; kardiyovasküler hastalık, zatürre riskinin artması, aşıların etkinliğinin azalması ve organ sistemi yaşlanmasıyla da alakalıdır.

Araştırmada yaşlı yetişkin Amerikalıların ekonomik, sağlık, evlilik, aile durumu, halk ve özel destek sistemlerinin bir ulusal çalışması olan Michigan Üniversitesi Sağlık ve Emeklilik çalışmasından çok miktarda veri sorgulandı ve ilişkilendirildi.

Araştırmacılar, değişik şekillerdeki sosyal stresi hesaplamak için 50 yaş üzeri 5,744 yetişkinin sorulara verdikleri yanıtları analiz ettiler. Beklendiği gibi yüksek stres skoruna sahip olan insanların immün (bağışıklık sistemi) profilleri daha yaşlıydı, hastalıklarla savaşan taze beyaz kan hücreleri azdı ve yıpranmış beyaz kan hücrelerinin yüzdesi daha fazlaydı.    

Bağışıklık sisteminin kritik bir parçası olan T-hücreleri; kalbin tam önünde ve üstünde, Timus bezinde yer alırlar. İnsanlar yaşlandıkça Timus bezindeki bu doku bağışıklık sistemi hücrelerinin üretiminin azalması sonucu küçülmeye başlar ve yağlı bir dokuya dönüşür. Geçmişte yapılan bir araştırma; bu sürecin sağlıksız diyet, yeterli seviyede egzersiz yapmamaktan kaynaklanan ve sosyal stresle ilişkilendirilen yaşam stili faktörleriyle hızlandığını ileri sürmektedir.

Araştırmanın başyazarı Klopack sözlerini şöyle tamamladı: "Bu çalışmadaki istatistiklerde sağlıksız diyet ve yeterli seviyede egzersiz yapmamanın stres ve hızlanmış bağışıklık sistemi yaşlanmasıyla ilgili bağlantısı o kadar güçlü değildi. Fakat bu, aslında şu manaya geliyor: Daha fazla stres yaşayan insanlar daha sağlıksız bir diyete ve yeterli egzersiz yapmama alışkanlığına sahipti. Bu da kısmen onların neden daha hızlı yaşlanan bir bağışıklık sistemine sahip olduklarını açıklıyor!”

Yaşlı olan yetişkinlerin uyguladıkları diyet ve egzersiz alışkanlıklarını değiştirmek, bağışıklık sistemi yaşlanmasıyla ilişkili stresi ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/06/220613150648.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


8 Haziran 2022 Çarşamba

Araştırma Korku Hatırasının Neden Beyinlerimize Yerleştiğini İnceledi -NOREPİNEFRİN

 

Korkutucu bir olayı yaşamak, unutamayacağınız bir şeydir. Fakat zaman geçtikçe diğer şeyleri unutsanız da, neden onu hatırlarsınız?

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Tulane Üniversitesi Bilim-Mühendislik Okulu ve Tufts Tıp Okulu’ndan bir nörobilim ekibi, beynin duygusal merkezi olan Amigdala’daki korku hatıralarının oluşumu üzerine çalıştı ve burada bir mekanizmanın var olduğunu keşfetti. 

Kısacası, araştırmacılar Noradrenalin olarak da bilinen stres nörotransmiter’i (sinir taşıyıcısı) “Norepinefrin” in tekrarlayıcı elektriksel boşalma yüklü modelleri oluşturmak için Amigdala’da bazı baskı altında tutulan (inhibitör) nöronlar topluluğunu uyarıp, beyinde korkuyu işlemden geçirdiğini keşfettiler. Bu yüklü elektriksel aktivite modeli, Amigdala’daki beyin dalga salınımının frekansını dinlenme halinden korku dolu hatıraların olduğu heyecanlanmış hale geçiriyor.

Tulane Üniversitesi’nde Hücre ve Moleküler Biyoloji, Catherine ve Hunter Pierson Nörobilim Bölümü Profesörü olan Jeffrey Tasker ve onun doktora öğrencisi Xin Fu tarafından yürütülen araştırmanın tezi çok yakın bir zamanda Nature Communications adlı dergide yayımlandı.

Tasker, araştırmada silahlı soygun örneğini kullandı. Dr. Tasker, sözlerine şöyle devam etti: "Eğer namlunun ucu size doğrultulduysa, beyniniz adrenalin hücumuna uğramış gibi stres nörotransmiter’i olan Norepinefrin’i salgılamaya başlıyor. Bu da, Amigdala merkezli duygusal beyninizin belirli devrelerinin elektriksel boşalma modelini değiştiriyor. Dolayısıyla korkutucu olduğu için de beyindeki bağlantılar hatıraların, korku hatıralarının oluşturulmasını kolaylaştırıp; coşmuş uyarılma haline geçiyorlar. Bu işlemin Travma Sonrası Stres Bozukluğu (PTSD) ‘de de aynı şekilde olduğunu düşünüyoruz, bundan dolayı travmatik deneyimlerinizi unutamıyorsunuz!”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/06/220601133030.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

 


19 Mayıs 2022 Perşembe

Zihnimizin Gördükleri Gerçekte Olduğu Gibi mi? Yeni Araştırma, İmajları Nasıl Farklı Algıladığımızı İspatlıyor

 

İster sanat olsun, ister fotoğrafçılık veya film olsun aslında 3D (3 boyutlu) yaşadığımız dünyayı hepimiz 2D (2 boyutlu) olarak görmeye alışkınız. Fakat gözlerimizi kapadığımızda görmekte olduğumuz şeyleri gözümüzün önünde nasıl canlandıracağız?

İngiltere’deki Plymouth Üniversitesi ve Essex Üniversitesi bu soruyu araştırdı. Araştırmada pek çok yetişkinin kendi imajını tam olarak hayal etmekte zorlandığı,  katılımcıların imajlarını tümüyle işlemden geçmiş bilgi-yüklü bir surette gördükleri keşfedildi.  

Araştırmacılar, 58 yetişkin katılımcıya duvardaki 2 çizgiyi gösterdiler. Çizgilerden ikisi de aynı uzunluktaydı fakat bir tanesi katılımcıya daha yakındı ve bu yüzden de görsel olarak daha uzun gözüküyordu.

Katılımcılara daha yakın olan çizginin daha uzun olduğu söylenmesine rağmen, katılımcıların neredeyse yarısı çizgilerin aynı gözüktüğü fikrine vardı. Çizgilerin fotoğrafını çektiklerinde ve imajda ne kadar zaman gözüktüklerine dair soru sorulduğunda ise yanıtlarını değiştirdiler; şimdi daha yakın olan çizgi daha uzun gözüküyordu! Görüşleri yeniden sorulduğunda ise ilk verdikleri yanıta geri döndüler.

Bu da bize katılımcıların görüntülerinin 2 boyutlu imajının neye benzediğinin bariz bir şekilde farkında olmalarına rağmen gerçek duyusal girdiye farklı davrandıklarını ispatlıyor. “Görüntünün Yakınsal Sunumları (Proximal Represantations)” adı verilen fikre direndiler (yani, beyinlerimizin var olan şeylerin nisbi büyüklüğünü ve uzaklığını düzeltmeden önce o şeylerin nasıl gözüktüğü fikrine).

Araştırmanın başyazarı, Plymouth Üniversitesi’nde Psikoloji Öğretim Üyesi olan Dr. Steven Samuel konuyla ilgili şunları söyledi: ”Her birimizin farklı şeyleri nasıl gördüğü, hayaline getirdiği gerçekten de karmaşık ve heyecan verici bir şey! Katılımcılarımızın neredeyse yarısının 2 boyutlu bulgusunu çok ilginç bulmadığını söylemeliyim.”

Dr. Samuel, sözlerini şöyle tamamladı: "Bir sonraki soru, insanların neden bu şekilde düşündüğü olacaktır. 2 boyutlu olarak düşünemiyorlar mı yoksa düşünmemeyi mi seçiyorlar? Bundan emin değiliz fakat bunun açıklaması şu olabilir: İnsanlar, görüntünün düz imajla eşit olabildiği prensibine direniyorlar. Bu, aslında tek kavrayabildikleri düzeltilmiş gerçek görüntüdür. Araştırma bize yetişkinlerin içerik izin verse bile o görüntüyü yakınsal olarak değerlendirmekten uzak durduklarına işaret ediyor. Bu da, bunu ille de yapamadıkları manasına gelmiyor.”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/09/210902125031.htm’den  çevrilmiştir.


17 Nisan 2022 Pazar

Şükür ve Beyin: Şükrettiğimizde Beynimizde Neler Oluyor?


 Yıl içinde her gün şükretmek ve pozitif düşünmek, beyninizi ve hayatınızı değiştirebilir! Beynin duygular ve davranış bölümünü denetleyen bölgesi, odaklanma ve dikkat gibi üst seviye düşünme yeteneklerinizi de denetliyor. Kişinin bilgiyi analiz etme yeteneği, beynin pozitif düşünme ve şükretmeyle mutlu kalmasından yarar görür.

Negatif düşünce yapısı çoğu kez negatife yol açar fakat bir olay veya durum hakkında daha pozitif düşünmek şükür duygusuna yöneltir. Şükür daha sonra daha da yaratıcı düşünme, artan zihinsel performans ve daha fazla dikkat süresiyle sonuçlanabilir.

Negatif Düşünce’ye Karşı Pozitif Düşünce 

İster pozitif olsun ister negatif olsun, düşüncenin doğası; pozitif veya negatif alışkanlıkların bir yansımasıdır. Eğer olaylar hakkında sık sık negatif düşünüyorsanız ve negatif duygulara sahipseniz, bu duygularla beyin bu şekilde başa çıktığı için hep negatif düşüneceksiniz. Bir kişi negatif stres altında olduğunda, enerjisi zihin/beyin fonksiyonları için dağıtım merkezi olan Prefrontal Korteks’ten çekilir. Bu da beynin azalmış işlem yapmasına neden olur.   

Örneğin; sıklıkla “Ben yorgunum” diye düşünür veya söylerseniz, kendinizi yorgun hissedersiniz. Eğer bir öğrenci “Ben matematikte çok başarısızım” diye düşünürse ve bu düşünceyle birlikte negatif duygu hissederse, matematikte daha da başarısız olur. Diğer yandan, “Ben kendime güveniyorum”, veya “Şükran doluyum” gibi pozitif mantralar ise Prefrontal Korteks’i aktif hale getirecektir ve bu da kendine daha fazla güvenen bir davranışa ve daha iyi bir performansa yol açacaktır, kısacası şükredeceğiniz daha fazla şeyi size doğru çekecektir. 

Bu Konuyla İlgili Bilim Ne Söylüyor?

Bilim adamları, 2008 yılında pozitif düşünen ve şükreden insanların beyin aktivitelerini ölçmek için bir araştırma yürüttüler. Buldukları şey ise, şükretmenin birçok beyin bölgesinde senkronize etkinleşmeye yol açtığı, beynin ödül yollarının ve Hipotalamus’un ışık saçmasıydı. Kısaca söylersek, şükretmek Nörotransmitter Serotonin’ini arttırabilir ve beyin sapının Dopamin üretmesi için aktif hale gelmesine neden olabilir. Dopamin, beynimizin zevk kimyasalıdır. Ne kadar çok pozitif düşünürsek, şükür duyguları içinde olursak; kendimizi o kadar daha sağlıklı ve mutlu hissederiz.

Beynin elastikliğine ve plastisitesine şükürler olsun ki, pozitif düşünme yaşam biçimi haline gelebilir. Beyniniz pozitif düşüncelerle dolu olduğunda; ilişkileriniz, sağlığınız, okuldaki performansınız, hayallerinize ve hedeflerinize kavuşmanız ve daha fazlası da dâhil, hayatınızın her alanını geliştirmeyi umabilirsiniz…

Çeviren: Esin Tezer

https://www.brainbalancecenters.com/blog/gratitude-and-the-brain-what-is-happening’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

15 Mart 2022 Salı

Araştırmacılar Beynimizin Hatıraları Nasıl Ayırdığını, Depoladığını ve Anımsadığını Kanıtladılar


Araştırmacılar, beyinlerimizde birbirinden ayrık zamanlı hatıraları organize eden iki tür hücreyi belirlediler. Bu buluş, insan beyninin hatıraları nasıl oluşturduğunu ve Alzheimer hastalığı gibi hafıza bozukluğuna dayanan rahatsızlıkların içeriğini anlamamıza yardımcı olabilir. Çalışma, Yaratıcı Nöroteknoloji Geliştirme Girişimi (BRAIN) Projesi aracılığıyla Ulusal Beyin Sağlığı Araştırma Enstitüsü tarafından da desteklendi. Araştırmanın sonuçları Nature Neuroscience adlı dergide yayınlandı.

Ulusal Nörolojik Hastalıklar, Felç ve NIH BRAIN Girişimi Programının direktörü olan Jim Gnadt, PhD konuyla ilgili şunları söyledi: “ Bu çalışma, araştırmacıların insan beyninin nasıl düşündüğüne dair üzerinde çalıştıkları hayat değiştirici bir araştırmaydı. Araştırma, yakın zamanda insan nörobilimini anlamak için primat maymunlar ve kemirgen hayvanlar üzerinde onların düşüncelerini oluşturan nöronların kaydedilmesiyle yapılan çalışmaya da ışık tuttu."

Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya, Los Angeles’taki Cedars-Sinai Tıp Merkezi’nde Nörocerrahi,Nöroloji ve Biyomedikal Bilimler bölümünde Profesör olan Ueli Rutishauser tarafından yürütülen bu çalışma, şu basit ve ilginç soruyla başladı: “Beynimiz hatıraları nasıl oluşturuyor ve organize ediyor?” Bilinçli şekilde yaşadığımız yaşamlarımızı süregiden bir deneyim olarak yaşıyoruz fakat insan davranışları üzerine yapılan bir çalışmaya göre, hayatlarımızda yaşadığımız olayları kişisel, bağımsız ânlar olarak beyinlerimizde depoluyoruz. Bir hatıranın başlangıcını ve sonunu ne belirliyor?  Bu teori, “ Olay Bölünmesi” olarak adlandırılıyor ve bu işlemin insan beyninde nasıl işlediği hakkında çok az bir bilgiye sahibiz.

Araştırmacılar, çalışmada videoları izledikçe katılımcıların beyin aktivitelerini kaydettiler ve farklı türdeki sınırlamalara aktivitelerini arttırarak tepki veren iki ayrı hücre grubu olduğunu keşfettiler. “Sınır Hücresi” olarak adlandırılan birinci grup hücre, yumuşak ya da sert olan sınıra daha aktif bir şekilde tepki verdi. “Olay Hücresi” olarak adlandırılan ikinci grup hücre ise yalnızca sert sınırlara tepki verdi. Bu da, yeni bir hatıranın oluşmasının sert sınırdan sonra hem sınır hem de olay hücrelerinin aktivitelerinin zirveye ulaştığı zaman olduğu teorisini destekler nitelikteydi.

Dr. Rutishauser sözlerine şöyle devam etti: "Sınır tepkisi yeni bir fotoğraf olayını oluşturma gibi düşünülebilir. Siz hatırayı oluşturdukça, sanki o olaya yeni fotoğraflar eklenmektedir. Sert bir sınır oluştuğunda, o olay bitmiştir ve yeni olanı başlar. Yumuşak sınırlar, tek bir olayın içinde oluşturulmuş yeni imajlar gibi düşünülebilir."

Araştırmacılar, daha sonra hatırayı yeniden bulup getirmeyi ve bu işleyişin de sınır ve olay hücrelerinin ateşlenmesiyle bağlantılı olduğunu incelemeye başladılar. Tıpkı kilit resimlerin olayları tespit etmesinde kullanıldığı gibi, bilim adamları da beynin sınır zirvesini geçmiş hatıraları “yüzeyden sıyırma” işaretçisi olarak kullandığı teorisini ortaya attılar. Beyin; benzer ateşleyici modeli bulduğunda, o olayı beynimizde hatıra olarak “oluşturuyor”.

Dr. Rutishauser ve ekibi gelecekte bu bulgulara dayanan terapileri geliştirmek için iki yöntemi ispat etmeyi planlıyor: Birincisi; ödül mekanizmalarındaki rolü çok iyi bilinen, kimyasal Dopamin kullanan nöronların sınır ve olay hücreleri tarafından aktive edildiğinde hatıraların oluşumunu kuvvetlendirdiği. İkincisi, beynin normal iç ritimlerinlerinden biri olan, “Teta Ritmi” olarak bilinen ritmin öğrenme ve hafızayla bağlantılı olduğu. Eğer olay hücreleri o ritimle zamanında ateşlenirlerse, katılımcılar gösterilen imajların sırasını daha kolay bir şekilde hatırlayabilirler. Çünkü Derin Beyin Stimülasyonu (Uyarımı) Teta ritimlerini etkileyebilir ve bu da belirli hafıza bozuklukları olan hastaları tedavi etmek için kullanılan bir yöntem haline gelebilir. 

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/03/220307113145.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

25 Şubat 2022 Cuma

Beyinde Matematik Nöronları Keşfedildi

 

Beyin, belirli matematiksel işlemleri yaparken ateşlenen nöronlara sahiptir. Yakın zamanda Almanya’daki Tübingen Üniversitesi ve Bonn Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayla bu kanıtlandı. Bulgular; beyindeki bazı nöronların beyin toplama işlemini yaparken, bazılarının da çıkarma işlemini yaparken aktif halde göründüğünü gösterdi. Beyin; hesaplama işleminin yazılı olup olmadığını veya kelime, sembol olup olmadığını pek umursamıyor. Sonuçlar, Current Biology adlı dergide yayınlandı.

İlkokula giden pek çok çocuk üç elma artı iki elmanın beş elma yaptığını bilir. Fakat bunlar hesaplanırken beyinde neler olduğu bilinmemekteydi. Bonn ve Tübingen Üniversiteleri’nde yapılan yeni bir araştırma bu konuya ışık tuttu.

Araştırmacılar, bu araştırmayı yürütürken Bonn Üniversitesi Hastanesi Sara Bilimi Bölümü’nden yararlandılar. Bu bölüm, sara hastalığı (epilepsi) geçiren insanların beyinlerinin cerrahi süreçlerini inceleyen bir bölüm. Bazı hastalarda sara nöbetleri hep beynin aynı bölgesinden başlıyor. Doktorlar bu bölgeyi tam olarak belirleyebilmek için bazı elektrotları hastaların beyinlerinin içine yerleştirdiler. Beyine yerleştirilen bu uyarıcı çubuklar kasılmanın kaynağını belirleyebilirdi. Buna ilaveten, tekil nöronların aktivitesi de telleme aracılığıyla ölçülebilirdi. 

Bazı Nöronlar Sadece Toplama İşlemi Yaparken Ateşleniyorlar

Araştırmaya beş kadın denek ve dört erkek denek katıldı. Deneklerin sinir hücrelerinin aktivitelerini ölçmek için beyinlerinin “Temporal Lob” diye adlandırılan bölgesine elektrotlar yerleştirildi. Bu arada da deneklerden basit aritmetik işlemler yapmaları istendi. Bonn Üniversitesi Hastanesi’nde Sara Bilimi Bölümü’nde profesör olan Florian Mormann, konuyla ilgili şunları söyledi: "Çıkarma işlemlerinden ziyade toplama işlemleri esnasında farklı nöronların ateşlendiklerini keşfettik.”

Prof. Morman’ın araştırma grubunda doktora yapan Esther Kutter ise şöyle konuştu: ”Bu, sadece bazı nöronların  "+" işaretine bazılarının da yalnızca "-" işaretine tepki göstermesiyle de alakalı değildi. Matematiksel sembolleri kelimelerle değiştirdiğimizde bile etki aynıydı. Örneğin, deneklerden 5 ve 3’ü hesaplamaları istendiğinde deneklerin toplama işlemine tepki veren nöronları harekete geçti. 7 rakamı 4’ten çıkarıldığında da çıkarma işlemine tepki veren nöronları harekete geçti.”

Bu da, hücrelerin aslında matematiksel bir işlemi harekete geçirmek için kodlama yaptıklarını gösteriyor. Beyin aktivitesi, test deneklerinin hesaplama yaparlarken ne tür işlem yaptıklarını da kesin bir doğrulukla gözler önüne serdi: Araştırmacılar, hücre aktivitesi modellerini öz-öğrenimli bilgisayar programına yerleştirdiler. Aynı zamanda da yazılıma deneklerin o anda toplama işlemi mi yoksa çıkarma işlemi mi yaptığını bildirdiler. Algoritma, bu eğitim sürecinden sonra yeni aktivite verisiyle karşılaştığında kesin bir doğrulukla ne tür bir hesaplama işleminin kaydedildiğini tanımlayabiliyordu.

Araştırmayı Prof. Mormann’la birlikte Tübingen Üniversitesi’nden Prof. Andreas Nieder gözetip denetledi. Prof. Nieder ise şunları söyledi: "Yaptığımız bazı araştırmalarda maymunların beyinlerinde de bazı hesaplamalara tepki veren nöronlar olduğunu gözlemledik. Fakat insanların beyninde böyle bir şey var olduğuna dair hiçbir veri yoktu. Mormann ve Nieder analizlerini yaparlarken iki araştırma grubu ilginç bir olayla karşılaştı: Üzerinde çalıştıkları beyin bölgelerinden bir tanesi “Parahipokampal Korteks” diye adlandırılandı. Araştırmacılar, burada da toplama veya çıkarma işlemi yaparken ateşlenen sinir hücrelerini keşfettiler. Fakat toplama işlemini yaparken farklı ilave nöronlar tek ve aynı aritmetik işlemde dönüşümlü olarak aktif hale geliyorlardı. Mecazi olarak söylersek, bu sanki hesap makinesinin kontrol tuşunun sürekli yerini değiştirmesi gibiydi. Bu durum çıkarma işleminde de aynıydı.  Araştırmacılar buna “Dinamik Kodlama” da diyorlar.

Prof.Mormann sözlerini şöyle tamamladı: “Bu çalışma, en önemli sembolik yeteneklerimizden bir tanesi olan rakamlarla hesap yapma yeteneğimizi anlamamız için önemli bir adım.” Bonn Üniversitesi ve Tübingen Üniversitesi’nden olan iki ekip de şimdi sinir hücrelerinin bu hesaplama işlemlerinde tam olarak ne görev yaptığını araştırmak istiyor.

Araştırma, Alman Araştırma Kuruluşu (DFG) ve Volkswagen şirketi tarafından finanse edildi.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/02/220214121241.htm’den çevrilmiştir.


9 Şubat 2022 Çarşamba

Araştırma, Aralıklı Oruç Diyeti’nin Zayıflamaya Yardımcı Olduğunu ve Sağlığa İyi Geldiğini İspatladı

 

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Chicago Illinois Üniversitesi’ndeki araştırmacıların yaptığı yeni bir araştırmanın tezine göre, Aralıklı Oruç Diyeti hem büyük ölçüde zayıflamaya yardımcı oluyor hem de aşırı şişmanlık (obezite) sorunu olan kişilerin metabolik sağlığına iyi geliyor.

Chicago Illinois Üniversitesi’ndeki Sağlık Bilimleri Departmanı’nda Beslenme Profesörü olan Krista Varady, "Aralıklı Oruç Diyeti’nin düzenli diyet yapmaktan çok daha farklı olmadığını fark ettik. İki diyet de aynı miktarda zayıflama olduğunu ve kan basıncında, kolesterol, iltihap (enflamasyon) değişimlerinde de aynı değişiklikleri gösterdi.

İnceleme, üç tür Aralıklı Oruç Diyeti’yle ilgili 25 araştırmanın çalışmasını kapsadı: 1. Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti. Bu oruç diyeti, belirli günlerde tutulan bir oruçtu, bir öğünde 500 kalori yakılıyordu.2. 5-2 Diyeti ise Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’nin değiştirilmiş haliydi. Haftada 5 gün normal diyet, 2 gün oruç tutulan bir diyetti. 3. Sınırlandırılmış Zamanlı Diyet de günde 4 ila 10 saat arası yemek yemeyle sınırlandırılmış bir diyetti. Bu diyette yemek yeme süresince hiçbir kalori kısıtlaması uygulanmıyordu. Sınırlandırılmış Zamanlı Diyet araştırması, bu diyeti uygulayan aşırı şişman katılımcıların yemek yeme dilimi ne kadar zaman olursa olsun vücut ağırlıklarının yüzde 3’ünü yitirdiklerini ispatladı.

Araştırmalar, Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’nin katılımcıları 3 ila 8 hafta içinde yüzde 3 ila 8 zayıflattığını gösterdi. Sonuçlar 12 haftada zirveye ulaştı. Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’ndeki katılımcılar belirli günlerde aşırı yemek yemediler ya da içki içmediler. Araştırmaya göre, hafif ila orta zayıflama halini yaşadılar.

5-2 Oruç Diyeti üzerine yapılan çalışmalar Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’yle benzer sonuçları gösterdi. Bu da araştırmanın yazarları tarafından şaşkınlıkla karşılandı. 5-2 Oruç Diyeti’ne katılan denekler, Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’ne katılan deneklerden daha az sıklıkta oruç tuttular fakat kilo verme sonuçları hemen hemen aynı gibiydi.

Hem Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti hem de 5-2 Oruç Diyeti,daha geleneksel, günlük kalori sınırlandırmalı diyetlerle kıyaslanabilir. Ve her iki oruç diyeti de kişilerin yılda ortalama yüzde 7 oranında zayıfladığını gözler önüne serdi. Varady, araştırmanın Aralıklı Oruç Diyeti’yle ilgili bazı yanlış kanıları da ortaya çıkardığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:” Aralıklı Oruç Diyeti ne metabolizmayı negatif bir şekilde etkiler ne de düzensiz yemek yemeye neden olur. Araştırmanın sonuçları bunu gösteriyor.”

Araştırma, Aralıklı Oruç Diyeti’ni denemek isteyen kişilere pratik tavsiyeleri de kapsıyor. Bunlar şunlar: Alışma Zamanı – Katılımcılarda oruç diyetine başlandıktan sonra 1 ila 2 hafta içerisinde baş ağrısı, baş dönmesi ve gaz sorunu gibi yan etkilere rastlandı. Oruç tutulurken yaşanan sıvı kaybını gidermek için oruç tutulmadığı zamanlarda daha fazla içilen suyun baş ağrılarını azalttığı da gözlendi.

Egzersiz – Oruçluyken orta ila yüksek seviyedeki dirençle egzersiz yapılabilir. Bazı katılımcılar oruç tuttukları günlerde daha fazla enerjiye sahip olduklarını söylediler. Bununla beraber araştırmalar, Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti’nin öğününün egzersizden sonra yenilmesi gerektiğini tavsiye ediyor.

Oruç tutarken yapılan Diyet – Aralıklı Oruç Diyeti esnasında ne tür gıdalar tüketilmesi gerektiği ile ilgili belirli tavsiyeler yok ama meyve, sebze ve tam tahıl tüketmek lifli gıdaların alımını arttırır. Oruç tutulduğu zamanlarda olan mide ve bağırsak gazından kurtarır.

Alkol ve Kafein – Değişimli Olarak Yapılan Oruç Diyeti veya 5-2 Oruç Diyeti planını uygulayan kişilere oruç tuttukları sürede alkol kullanmaları tavsiye edilmiyor. Sınırlı kaloriler beslenmeyi destekleyen sağlıklı gıdalar için alınmalı.

Araştırmaya göre Aralıklı Oruç Diyeti tavsiye edilmeyen gruplar da var. Bu gruplardaki kişiler şunlar: * Hamile olan ve emziren bayanlar. *12 yaşın altındaki çocuklar. *Yemek yeme bozukluğu yaşamış kişiler. *Vücut kitle ağırlığı 18,5 BMI’dan düşük olan kişiler. *Vardiyalı olarak çalışan işçiler. Araştırmalar bu kişilerin vardiyalı çalışma düzeninde oruç tutmayla ilgili sorunlar yaşadıklarını gösterdi. *İlaç kullanan, dolayısıyla ilaç kullandığı zamanda da önce yemek yemesi gereken kişiler.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/10/211012102652.htm’den derlenip çevrilmiştir.


24 Ocak 2022 Pazartesi

İNSAN BEYNİ VE YAPAY ZEKÂ AL’İN BEYNİNİN ÖĞRENMESİ ARASINDAKİ FARK, BEYİN HÜCRESİ FARKLILIKLARINDAN KAYNAKLANIYOR


İngiltere, Imperial College Londra'daki  araştırmacılar; beyin hücreleri arasındaki değişkenliğin öğrenmeyi arttırdığını, beynin performansını ve geleceğin yapay zekâsı Al’i geliştirdiğini keşfettiler.

Yeni yapılan  bir araştırma; beyin ağlarındaki simülasyonların tekil nöronların elektriksel özelliklerini büktüklerinde, ağların benzer hücrelerden daha hızlı öğrendiğini keşfetti.

Araştırmanın yazarları; buldukları sonuçların beyinlerimizin neden başarılı olduğunu açıklamada ve sesleri, yüzleri tanıyan veya otomobil teknolojisinde kendi kendimize otomobil kullanmamızı sağlayan dijital asistanları, yapay zekâ sistemlerini geliştirmede yardımcı olacağını söylüyorlar.

Araştırma tezinin ilk yazarı, İngiltere Imperial College Londra'da Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde doktora öğrencisi olan Nicolas Perez konuyla ilgili şunları söyledi: "Beynin karmaşık görevleri çözmede başarılı olması için enerjisinin yeterli olmaya ihtiyacı var. Bizim araştırmamız, iki beyinde değişik türden nöronlar olduğunu ve yapay zeka Al sistemlerinin  iki gereksinimi de karşıladığını ve öğrenmeyi arttıracağını ispatlıyor."  Araştırmanın sonuçları Nature Communications adlı dergide yayınlandı.

Bir Nöron Neden Kar Tanesi Gibi?

Beyin; etrafımızdaki dünyayı tanımamıza olanak sağlayan geniş nöral ağlarla bağlı "nöron" adlı milyarlarca hücreden oluşuyor. Nöronlar, tıpkı kar taneleri gibiler. Uzaktan aynı gibi gözüküyorlar fakat denetlendiklerinde hiçbirinin birbirine benzemediği görülüyor.

Buna karşılık, yapay zekâ nöral ağında ise durum bunun tam tersi. Al'in teknolojisindeki nöronlar birbirinin aynısı fakat sadece bağlantıları değişkenlik gösteriyor. Al'in nöral bağlantıları gelişmiş hızlı teknolojiye rağmen insan beyni kadar hızlı ve doğru öğrenmiyordu. Araştırmacılarımız da bunun Al'in hücre değişkenliğine sahip olmamasından dolayı olup olmadığını merak ettiler. Araştırmacılar, hücrelerdeki değişkenliğin öğrenmeyi arttırdığını ve enerji tüketimini azalttığını keşfettiler.

Araştırmanın önde gelen yazarı, Imperial College Londra'nın Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümünden Dr.Dan Goodman şu açıklamayı yaptı: "Evrim bize daha yeni yeni çözmeye başladığımız beyin fonksiyonlarını verdi. Araştırmamız, kendi insan biyolojimizden can alıcı dersleri öğrenip, yapay zekâ Al'i daha iyi geliştirebileceğimizi ileri sürüyor."

Çeviren: Esin Tezer
https://www.sciencedaily.com/releases/2021/10/211006112626.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.









19 Ocak 2022 Çarşamba

Beyinlerimizin Gördüğümüz Görüntüleri Güncellemesi Tıpkı Sosyal Medya Paylaşımlarımızdaki Gibi Biraz Zaman Alıyor

 

Beyinlerimiz, tıpkı sosyal medyadaki paylaşımlarımız gibi sürekli zengin görsel uyarımları yüklüyorlar. Fakat beynimizin en son gördüğü imajı gerçek-zamanlı olarak görmek yerine, onun daha önce gördüğü biçimleri (versiyonları) görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, Kaliforniya eyaleti Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırmaya göre, beynimizin kendini tazeleme zamanı 15 saniyeyi buluyor!

Bu araştırmanın sonuçları Science Advances adlı dergide 12 Ocak 2022’de yayınlandı. Çalışma; beyinlerimizi birleştiren, ona sürekli görsel sabitlik hissi veren algı fonksiyonu olan “süreklilik alanı” adlı mekanizmayı açıklayan bir araştırma niteliğinde de oldu.    

Kaliforniya Üniversitesi’nde Psikoloji, Nörobilim ve Görsel Bilim Bölümü Profesörü ve bu tezin kıdemli yazarı olan David Whitney konuyla ilgili şöyle konuştu: “Eğer beyinlerimiz hep gerçek zamanı güncelleseydi, dünya sürekli gölge, ışık ve hareket dalgalanmalarıyla dolu gergin bir yer haline gelirdi. Bizler de hep halüsinasyon görürdük.” Tezin önde gelen yazarı İskoçya Aberdeen Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yardımcı Profesörü ve Dr.Whitney’nin laboratuvarında daha önce doktora sonrası tezini hazırlayan Mauro Manassi ise David Whitney’den sonra bu konuyla ilgili şunları söyledi: “Beyinlerimiz bir zaman makinası gibiler. Zamanda bizleri geri götürüp getiriyorlar. Beyinlerimiz, her günkü yaşadığımız hayatlarla başa çıkabilmemiz için her görsel girdiyi 15 saniyede bir birleştiren etkiye sahip bir uygulamaymış (app) gibi davranıyorlar.

Manassi ve Whitney aktörler, onların dublörleri veya çekim hatalarını fark etmediğimiz, zamanla meydana gelen ve güç algılanan “değişim körlüğü” adlı mekanizmayı incelediler. Amazon Mechanical Turk adlı kitle paylaşım platformu aracılığıyla 100 deneği bu araştırma için işe aldılar. Kesintisiz dönüşüm halindeki 30 saniyelik videolarda çok yakından çekilen fotoğraflar yaşa ve cinsiyete göre incelendi.   

Videolardaki imajlar baş bölgesini veya yüzdeki tüyleri kapsamadı. İmajlarda sadece gözler, kaşlar, burun, ağız, çene ve yanaklar vardı böylelikle, açılan alın bölgesi gibi yüzlerin yaşlarıyla ilgili az bir ipucu bulunmaktaydı. Deneklerden videoyu izledikten sonra bir yüzü tanımaları istendiğinde, katılımcılar son görüntü yerine en güncellenmiş imajı temsil eden videonun ortalarındaki bir görüntüyü seçiyorlardı.   

Sonuçlar, beynin görsel uyarımları işlemden geçirirken hafif geciktiğini ileri sürüyor. Bunun da hem pozitif hem de negatif anlamları var. Manassi konuyla ilgili sözlerini şöyle tamamladı: “Beynimizin bu gecikmesi her gün bombardımana tutulduğumuz hissine kapıldığımız görsel girdiyi önlemek için harika, fakat bu durum ölümle sonuçlanabilecek cerrahi bir duruma da sebebiyet verebilir. Örneğin, radyologların tümörleri görüntüleme ve cerrahların önlerindekileri görmede gerçek-zamana ihtiyaçları var. Eğer beyinleri bunun bir dakika öncesinden daha az sürede olup biteni görmeye eğilimliyse, bir şeyleri kaçırabilirler.”     

Çeviren: Esin Tezer

http://www.sciencedaily.com/releases/2022/01/220113194121.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.