Bilim ve Din

Bilim ve Din

26 Nisan 2015 Pazar

İyimserlik ve kötümserlik, farklı genlerden etkilenen ayrı sistemlerdir



  
"İyimser kişi gülü görür, dikenlerini görmez; kötümser kişi ise gülden bihaber onun dikenlerine bakar durur!” 
Şair Halil Cibran
 
İyimser kimseler; kötümser kimselerden daha fazla sağlık, başarı ve mutluluğun, daha uzun bir yaşamın keyfini çıkarırlar. O halde, psikologların yaşamımızdaki bakış açısına olan ilgilerinin artması bir sürpriz değildir! Çözülemeyen konu ise, iyimserlik ve kötümserliğin aynı görüntünün devamı olup olmadığı ya da ayrı olup olmadığıdır. Eğer özellikler ayrıysa, o zaman  bazı insanlar prensip olarak son derece iyimser ve kötümser olabilirler. Şair Cibran'ın benzetimiyle söylemek gerekirse, onlar hem gülün hem de onun dikenlerinin farkında olurlar!

Edinburgh Üniversitesi'nden Timothy Bates, bu soruya yanıt bulmak için davranışsal genetikten yararlandı. Tek yumurta ikizi olan  ve olmayan yüzlerce ikizden derlenen veriyi inceledi.  Bu ikizler Amerikan anketinden olan katılımcılardı ve yaş ortalamaları 54'dü. İkizler, iyimserliklerini ve kötümserliklerini ortaya çıkarmak için kararlarını "Belirsiz olan zamanlarda, genelde olacak olanın en iyisini beklerim" ve "Bana iyi şeylerin olduğuna nadiren güvenirim" gibi çeşitli ifadelerle sınıflandırdılar.  En önemli beş karakter özelliği ölçümünü de tamamladılar: Dışa dönüklük, duygusal dengesizlik ve benzerini.

İkiz insanlar üzerinde çalışılmasının altında yatan mantık; eğer iyimserlik ve kötümserlik yüksek seviyede kalıtımsal ise (genetik faktörlerle kalıtsal olmadan etkilendiyse), bu özelliklerin yaklaşık tüm genlerinin yarısını paylaşan tek yumurta ikizi olmayan ikizlerdense tüm genlerini birbirleriyle paylaşan tek yumurta ikizi olanlarda çok daha fazla bağlantılı olmasıydı! Ve eğer iyimserlik,  kötümserlikten daha fazla kalıtımsal bulunduysa; veya bunun tam tersi, bu da iyimserlik ve kötümserlikteki farklı genetik etkilere işaret edecekti. 

İkizler üzerinde yapılan çalışmalardan çıkan bir diğer anlayış da, onların paylaştıkları ve kendilerine özgü olan çevresel faktörlerin göreceli etkisinden (bunlar ikizlerin kardeşleriyle paylaştıkları yetiştirilme tarzı, annelerinin-babalarının tarzıdır) ve o arkadaş oldukları kişiler gibi özgün olan şeylerden kurtulmalarıydı.

Bates'in analizi; iyimserlik ve kötümserliğin paylaşılan genetik etkilere (hem birbirleriyle, hem de diğer kişisel özelliklerle) bağlı olduğuna, iyimserlik ve karamsarlığın tamamen ayrı özellikler olduğu fikrini de destekleyip ayrı genetik etkilere sahip oldularına işaret ediyor.

Bates, "İyimserlik ve kötümserlik iki ayrı psikolojik eğilimle sonuçlanır, en azından kısmen biyolojik olarak farklıdırlar" diyor. Bates, ayrıca bu nöro-bilim ispatının iyimserlik ve kötümserliğin altında yatan ayrı nöral sistemlere işaret ettiğini de ilave ediyor!

Yeni bulgular, yetiştirilme tarzının da iyimserlik ve kötümserlik üzerinde "oldukça mühim" bir etkiye sahip olduğunu ileri sürüyor  (birisini iyi göstermenin ve/veya tersinin). Bu da, iyimserliğin bir çocuğun yetiştirilme tarzında desteklenen bir bakıma da işlenebilen bir özellik olabileceğinin şaşırtıcı olasılığını ortaya çıkarıyor. 

http://digest.bps.org.uk/2015/04/optimism-and-pessimism-are-distinct.html
Çeviren: Esin Tezer

11 Nisan 2015 Cumartesi

Her gün bir kucaklaşma, doktoru sizden uzak tutar!



 Araştırma, birisine sarılmanın gücünü ispatlıyor!

Üniversitemin son yarı yılında,  "Sınav stresi mi hissediyorsunuz? Kucaklaşmak serbesttir!" diye yazan iki levha okudum. Daha sonra da bir arkadaşa yardım ettim, kampüs kütüphanesinin girişinde durduk, levhaları tuttuk ve orada bekledik. Oradan geçenlerin iki tür reaksiyonu oldu: Ya çabucak telefonlarına baktılar ve ayaklarını sürüyerek gittiler ya da bizleri kucakladıkları zaman yüzleri ışıldadı! Pek çok kişi heyecanlıydı. Kimisi, “Beni mutlu ettiniz!” veya “Teşekkür ederim. Buna ihtiyacım vardı” dedi. Bir tanesi kollarıma atladı, neredeyse beni yere devirecekti!!! İki saatlik sıcak etkileşimlerden sonra, arkadaşım ve ben kendimizi ne kadar enerjik ve mutlu hissettiğimize inanamadık!

Bu ayın başlarında yayınlanan bir araştırma; tüm bu sarılmaların bize başkalarıyla bağlantı kurduğumuzu hissettirdiği kadar,  hasta olmaktan da koruyabileceğini ileri sürüyor. Bu bulgu, ilk başta mantık dışı gelebilir (hatta acayip bile gelebilir). Tıpkı benim düşündüğüm gibi yüzlerce yabancıyı kucaklamamanın  sizi mikroplarla daha çok karşı karşıya getireceğini ve bunun sonucunda da hasta edebileceğini düşünebilirsiniz. Fakat Carnegie Melon Üniversitesi'nde yapılan yeni bir araştırma; başkalarıyla bağlantılı olma hissinin, özellikle de fiziksel dokunuşla olanın bizleri strese bağlı hastalıklardan koruduğuna işaret ediyor. Bu araştırma, sosyal desteğin sağlık üzerinde büyük ölçüde pozitif etkiye sahip olduğunu da ilave ediyor. 

'Sosyal destek', kapsamlı bir şekilde "zor zamanlarda psikolojik güç veren anlamlı ilişkilerin algılanması" olarak tanımlanabilir. Bu, özellikle şefkat ifadesi gibi duygusal destek manasına gelir ve bir bilgiye olan erişimi veya diğer bir desteği de içerebilir. Araştırmacılar, sosyal desteği katılımcıların farklı açıklamaları değerlendirdikleri bir anketi vererek ölçtüler (Örneğin: “En özel endişelerimi ve korkularımı paylaşacağım kimsenin olmadığına inanıyorum"). Daha sonra katılımcıların diğerleriyle ne kadar sıklıkta kavga yaşadıklarını ve sarıldıklarını bulmak için iki hafta kadar her gece görüşme yaptılar. En sonunda da, araştırmacılar katılımcılara sıradan bir soğuk algınlığı virüsünü bulaştırdılar ve neler olduğunu gözlemlediler.

Pek çok ilginç sonuç ortaya çıktı. Ümit verici bir şekilde, anketteki tüm kişiler ortadan biraz daha fazla skorla güçlü bir sosyal destek algısına sahipti. Benzer bir şekilde, kucaklaşma yapmış olmaları muhtemeldi (iki haftalık anket süresinde günlerin ortalama yüzde 68'i böyleydi, günlerin yüzde 7'sinde karmaşa durumları oldu).

En önemli sonuçlar araştırmacıların "stresten koruyucu etki"yi kabul etmeleriydi. Kişilerarası çatışmanın insanlarda çok fazla strese yol açabileceğini ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemlerini zayıflatabileceğini aklınızdan çıkarmayın! Yine de, ne kadar çok çatışmada bulunurlarsa bulunsunlar; güçlü sosyal destek duygusuyla olan katılımcılar kendini sosyallikten yoksun hisseden insanlardan daha az şiddetli soğuk algınlığı belirtileri gösterdi. Benzer bir şekilde insanlar daha sık birbirlerine sarıldıklarında daha az hastalanırlar, hatta birbirleriyle sık sık gergin etkileşimde bulunanlar bile. Bir başka deyişle, hem sosyal destek hem de birbirine sarılma hastalıkları önler!

Aynı önde gelen araştırmacı yakın bir zamanda eğer kişi; arkadaşlar, aile, çalışanlar ve çevre gibi çeşitli sosyal bağlara ne kadar çok sahip olursa, soğuk algınlıklarına karşı o kadar daha az etkilendiğini kanıtladı.  Fakat ilişkiler burun akıntısından daha fazla etki bırakıyor. Aşırı uçta, sosyal bağlantılılık ölüme karşı korunma rolünü de oynuyor. Örneğin, İsveç'teki araştırmacılar bunun dışında güçlü iş stresi ve ölüm oranı riski arasındaki ilişkinin yüksek sosyal destekli erkekler arasında kaybolduğunu keşfettiler. Aslına bakılırsa düşük seviyelerdeki sosyal destek, dünya üzerindeki 300,000'den fazla insanda veri araştırması yapılan derlenmiş makaleye  göre sigara içme veya alkol tüketimi gibi çok bilinen faktörlerden daha fazla prematüre doğum riskini arttırabilir. Öyleyse, Dünya Sağlık Örgütü'nün sosyal ağları sağlık belirleyici etken olarak tanımlaması bir sürpriz değildir.

İlginç bir şekilde, sosyal destek, alıcı için olduğu kadar verici için de yararlıdır. UCLA'daki araştırmacılar, katılımcıların beyinlerini onların romantik partnerleri yanlarında elektroşok yerken taradılar. Eğer katılımcılar deney sırasında partnerlerinin elini tutuyorsa, korkuyu azaltmayla ilgili beyin bölgeleri aktif hale geliyordu. Bu bulgu, sosyal desteği fiziksel dokunuş aracılığıyla sunmanın stres dolu deneyimle başa çıkmada yardımcı olduğuna işaret etmektedir.

Öte yandan yalnızlık ve küçük bir sosyal ağa sahip olmak, güçlü sosyal bağlantı hissiyle karşılaştırıldığında grip aşısına düşük antikor tepkisi vermektedir. Koroner atardamar hastası olup sosyal olarak yalnız olan hastalar; nüfus özellikleriyle ilgili faktörler, hastalığın şiddeti ve psikolojik sıkıntı kontrol altına alındıktan sonra bile  sosyal olarak bağlantılı olan hastalardan daha düşük hayatta kalma oranına sahiptirler. Üç kişiden biri kronik olarak yalnızdır ve bundan dolayı da iki misli kötü sağlığa sahip olmaları olasıdır. Bu, özellikle kimseye güvenmeyen insan sayısının 1985'le 2004 yılları arasında üçe katlanması, nüfusun büyük bir kısmını sağlık riskine sokması bakımından alarm vericidir. 

Besbelli ki egzersiz yapmaya, beslenmeye öncelik tanıdığımız gibi sevdiğimiz insanlarla kaliteli zamana da öncelik tanımalıyız. Sigara içme gibi sağlıksız alışkanlıklardan kaçındığımız gibi, yalnızlıktan ve sosyal dışlanmadan kaçınmak için de çaba sarf etmeliyiz. Ve, tanımadığınız yüzlerce yabancıya sarılmak istemeseniz de (denemenizi tavsiye etsem de); dokunmanın iyileştirici gücünü küçümsemeyin!

http://www.scientificamerican.com/article/a-hug-a-day-keeps-the-doctor-away/
Çeviren: Esin Tezer