Bilim ve Din

Bilim ve Din

26 Mart 2015 Perşembe

Pozitif düşünme, sağlığınızı 5 yönden değiştirebilir






Duygusal dünyamız; sadece zihinsel sağlığımızın değil, fiziksel sağlığımızın nasıl olduğunu da belirlemede şaşırtıcı bir güce sahiptir.

Psikolog Dr. Scott Barry Kaufman yakın bir zamanda Scientific American blog'da 'İyimserlik ve kalp sağlığı' adlı yazdığı yazıda, "İyimserlik, canlılık, anlam ve kişisel bakış açısı memnuniyeti gibi pozitif özelliklerin son derece önemli olduklarını" söylüyor.  Kaufman, "Pozitif psikoloji ve sağlık psikolojisinin bağlantılı alanları; insanların kaçınılmaz yaşam zorluklarına nasıl adapte olduğuna, birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğuna ve hatta nasıl daha kaliteli bir yaşama yönlendirdiğinin titiz bilimsel araştırmalarına odaklanıyor " diyor.
Psikoloji, tıp ve toplum sağlığı üzerine yapılan artan bir grup araştırma; pozitif duyguların sağlık yararının ve onların fiziksel sağlığımız üzerindeki etkisini ispatlıyor. Geçmişteki çalışmalar duyguların fiziksel sağlık üzerindeki etkisine bakarken; bir yandan da sinirlilik, endişe ve depresyon gibi negatif duygu zihinsel sağlık durumlarının sağlığa zararlı etkisi üzerine odaklanmıştır. 

Fİziksel sağlığı iyileştirdiği ve hastalığı önlediği ispatlanan 5 pozitif duygu şunlardır:  

1.İYİMSERLİK, kalbi koruyabilir.
İyimserliği biz genelde "geleceğe olumlu bakış açısıyla bakmak" olarak tanımlarken, o ise bundan çok daha fazlasını kapsıyor. Umut verici duygu; hayatta her şeyin yola gireceği inancını koruyan, hayatın zorluklarını kişilerin başarmasına yardımcı olan başa çıkma mekanizması olarak işler.
Artan bir grup araştırma, bu özelliğin kalp üzerinde koruyucu bir etkiye sahip olabileceğini ileri sürmektedir. 2012 yılı Edebiyat Dergisi'ne (Review of Literature'a) göre, yapılan birkaç araştırma iyimser karaktere sahip olan insanların kardiyovasküler durumlar için daha az risk taşıdığını gösterdi. Yakın bir zamanda yapılan ilgi çekici bir araştırma, Twitter'da kullanılan dilin kalp krizi ölüm oranını tahmin edebildiğini ispatladı. Özellikle,iyimserlik ve dayanıklılığa bağlı dil ("üstesinden gelme", daha güçlü olma", "iman" kelimeleri) belirli bir toplumda ölüm oranının daha düşük riskiyle ilişkilendirildi. 
İyimser olmanın fiziksel sağlığa olan yararları kalp sağlığının da ötesine uzanır. Mutlu bir karakterin sağlığı iyileştirebileceğini, bağışıklık sistemi fonksiyonu da dahil artan yaşam süresini geliştirebileceğini gösteren birkaç husus daha vardır.
 
2.HUŞUYU YAKALAMAK, doğuştan olan bağışıklık hastalığıyla (Otoimmun'la) ilişkili iltihaplı işaretleyici hücreleri (inflammatory markers'ları) azaltıyor.
Güzel bir manzarada yürüyüşe çıkmak, hareketli klasik bir müziği dinlemek, dini veya spiritüel bir törene katılmak bizleri hayatta en neşeli ve en canlı yapan deneyimlerin bazılarıdır. Araştırma; sanat, din ve filozofi deneyimlerinin huşu duygusunu hissettiren, o ulu olan şeye hayret ve bağlantı duygusunun en sıradan deneyimlerinden biri olduğunu gösterdi.  Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde yapılan yeni araştırmaya göre  huşu, sadece zevk verici değil; kişinin fiziksel ve zihinsel sağlığı için de muazzam derecede yararlıdır. Berkeley çalışması, huşuyu yakın zamanda yakalamış olanların daha düşük seviyede sitokinlere (hayvan ve bitki hücrelerince üretilen, hücrelerin birbirleriyle iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubu),  otoimmun hastalıkların gelişiminde ve kalp krizi, Alzheimer, depresyon da dahil diğer sağlık problemlerinde  işaret edilen kroniksel seviyelerdeki iltihaplı işaretleyici hücrelere (inflammatory markers'lara) sahip olduğunu keşfetmiştir. Bu da huşunun, sitokinlerin sağlıklı bir seviyesini desteklediğini ve hastalığı önleyebileceğini ileri sürmektedir. Çalışmanın yazarlarından bir tanesi olan Dr. Jennifer Stellar, Huffington Post'a  "Parka olan yürüyüşü ve müzeye olan seyahati bağımlılık olarak görmektense, umarız insanlar bu tür deneyimleri sağlıklı bir beden ve buna ilaveten sağlıklı bir zihne katkıda bulunma olarak görürler. Bu tür pozitif deneyimleri günlük rutinlerimize ilave etmek, daha önce farkettiğimizden daha önemli hale gelebilir" dedi.
 
3.ŞEFKAT DUYGUSU VE BAŞKALARINI UMURSAMAK, akciğer-mide sinirinin (vagus sinirinin) fonksiyonunu geliştirebilir.   
Şefkat,  yani diğer insanların iyiliği için olan o sevgi dolu endişe, hem kendimiz hem de başkaları için pozitif bir şekilde hissetmemizi sağlayabilir ve fiziksel sağlığımızı da en azından bir önemli şekilde iyileştirebilir.
"Pozitif olma" Psikoloğu Barbara Frederickson; sevgiyle meditasyon yapmayı, kendine ve  gitgide artan büyük bir gruba şefkat vermeyi uygulayan geleneksel Budist uygulaması olan "Sevgi-Nezaket (LKM)" meditasyonunun etkileri üzerine bir araştırma düzenledi. Frederickson, sadece altı haftalık  LKM eğitiminin beyin sapından kalbe uzanan, kardiyovasküler ve sindirim sistemi de dahil tüm vücut sistemlerini ve duyguları düzenleyen   vagus siniri üzerinde pozitif  etkiye sahip olunduğunu keşfetti. 
Artan şefkat duygularında meditasyon, dinlenme anında otonom sinir sisteminde aktivitenin düzeyini belirlemek için kullanılabilen vagal tonun sağlıklılaştırılmasını başlattı. Emory Üniversitesi'yle yapılan bir röportajda Frederickson, vagus sinirinin kişinin hem fiziksel sağlığında hem de sevgi duygusunda ve başkalarına bağlanmasında önemli bir rol oynadığını açıkladı.
Frederickson, “Vücutlarımız SEVGİ için dizayn edilmiştir; çünkü ne kadar fazla seversek, o kadar  fazla sağlıklı oluruz" dedi. 

4.ŞÜKÜR, kalp sağlığı ve bağışıklık sistemi fonksiyonuna fayda sağlayabilir.
İyimserlik gibi birinin yaşamındaki lütufların değerini bilmesi ve şükran duygusu olan "şükür hali", şükran duygusu da zihinsel ve fiziksel sağlık faydalarına sahiptir. İyimserlik gibi şükür hali de gelişmiş bağışıklık sağlığıyla bağlantılıdır ve uyku kalitesini de geliştirdiği ispatlanmıştır. 
Şükür hali; stres seviyelerini düşürmeye kadar sağlığı ve iyi oluşu da iyileştirebilir. Stres, pek çok kronik hastalığın ana unsurlarından bir tanesidir. Araştırma, yaşlı yetişkinler arasında Tanrı'ya duyulan şükür duygusunun stresin negatif sağlık etkilerine karşı bir tampon gibi davrandığını göstermiştir.  

5.ÖZ-DUYARLILIK, sağlığa bağlı davranışları geliştirebilir.
Kendilerine merhametli olanlar vücutlarına karşı da merhametlidirler, negatif fiziksel ve zihinsel sağlık sonuçlarını olanak dahilinde önlemeye veya idare etmeye çalışırlar.    
Karakter ve Sosyal Psikoloji Bülteni'nde (Personality and Social Psychology Bulletin'de) yayınlanan 2013 yılı çalışma; öz-duyarlılık, hastalığa olan reaksiyonlar ve sağlığa bağlı birtakım davranışlar arasındaki ilişkiyi inceledi. Öz-duyarlı olan insanların, belirtileri gördüklerinde tıbbi yardımı  öz-duyarlı olmayan insanlardan daha çabuk aldıklarını keşfetti. Öz-duyarlı olan kişiler deneyimledikleri sağlık problemleri hakkında daha az üzüntülü de oluyorlar ve sağlıklarına daha ileri bir öngörüşe sahip yaklaşımla yaklaşıyorlar.  Bugünde Psikoloji (Psychology Today) adlı dergide yazan bilişsel bilim adamı Dr. Art Markman, "Negatif  bir olayın acısını deneyimlemek iyidir. Fakat acıyı kabullendikten sonra tekrar ayağa kalkmak ve denemek; güçsüzlükler, hastalıklar  ve ilişkiler sizin nasıl bir kişi olduğunuzun hükmü değildirler. Onlar üstesinden gelmeniz gereken bir diğer engel olduğunu hatırlamanız için önemlidirler" diyor. 

http://www.huffingtonpost.com/2015/03/16/optimism-heart-health_n_6744052.html'den çevrilmiştir.
Çeviren: Esin Tezer

20 Mart 2015 Cuma

Gelenek ve kurallara uygun davranış küçükken başlıyor




 
Kimse gösteriş düşkünü değildir!  Bir yeteneğe sahip olan biri de, bu gerçeği bir gruba uygun olabilmek için saklayacaktır. Yakın zamanda yapılan bir çalışma, bu davranışın ilk kez iki yaş gibi erken bir yaşta başladığını bildirdi!

Almanya, Leipzig Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'ndeki bir ekip tarafından yürütülen ve Psychological Science tarafından yayınlanan bir çalışmada; iki yaşındaki çocuklar, şempanzeler ve orangutanlar üç kısma ayrılmış bir kutunun içine sürekli ödülle sonuçlanan bir top düşürdüler (ödül; çocuklar için çikolata, maymunlar için de yer fıstığıydı). Katılımcılar, bu ilginç sürprizi ilk denemede nasıl alacaklarını çözdükten sonra, hiç ödülsüz aynı aktiviteyi yapan deneyimsiz akranları gibi de izlediler. Daha sonra roller tersine döndü ve katılımcılar diğerleri tarafından izlenirken yeniden aynı şeyi yaptılar. Yarıdan fazla zamanda, çocuklar yeni akranlarını taklit ettiler ve topu çikolata getirmeyen kısımlara düşürdüler. Öte yandan, maymunlar ödül kazandıran davranışlarını bırakmadılar.Çocuklar doğru yanıtı kolay unutmadılar; biri onları izlemiyorsa, kazanan seçimden vazgeçmiyorlardı.

Sonuçlar, insanın gelenek ve kurallara uygun davranışı yapmak istemesinin yaradılıştan gelen (fıtrî) bir şey olduğunu ya da en azından çok küçük bir yaşta geliştiğini ileri sürüyor. Bu geleneklere ve kurallara uygun davranış dürtüsü, muhtemelen maymun akrabalarımızdan daha güçlü bir evrime uğradı. Çünkü, yazarlara göre grup uyumu kültürel bilginin değiş tokuşuna bağlı olarak gelişen insan benzeri olan toplumlarda son derece önemliydi. Psikolog ve önde gelen yazar Daniel Haun, “Hepimiz bize benzer olanları beğeniriz,” şeklinde açıklıyor. Geleneklere ve kurallara uyma, bu aynı olma duygularını arttırır! 

Geleneklere ve kurallara uyma, tabii ki her zaman en iyi seçim ve standart değildir. Pek çok insan öncülük yapmayı tercih eder, uymayı değil. Haun, sözlerine şöyle devam ediyor: "Yine de bir grup hakkındaki tüm diğer bilginin yokluğunda çoğunluğa uymak, genelde en iyi ilk seçimdir" .

http://www.scientificamerican.com/article/conformity-starts-young/'dan çevrilmiştir.
Çeviren: Esin Tezer


16 Mart 2015 Pazartesi

GENETİK DEĞİŞİMLER, AİLESEL ALZHEIMER HASTALIĞINI NASIL YÖNLENDİRİYOR?





Presenilin-1 adlı gendeki mutasyonlar; Alzheimer hastalığının kalıtsal, erken-başlangıçlı türlerinin en yaygın nedenidir. Neuron'da yayımlanan yeni bir çalışmada bilim adamları,  fare presenilin-1 genini bu genetik değişimlerin hastalığa nasıl yol açtığını keşfetmede insan geninin Alzheimer'a yol açan türleriyle değiştirdiler. Bu hayret verici sonuçlar; Alzheimer hastalığının ender türüne yakalanmış kişilerin yaklaşık yüzde 1'ini ve kalıtsal veya ailesel Alzheimer hastalığını tedavi etmek için olan ilaçların tasarlanmasını değiştirebilir. Çalışma, Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün bir parçası olan Ulusal Nörolojik Hastalıklar ve Felç (NINDS) tarafından kısmen finanse edildi.

Onlarca yıldır, Presenilin mutasyonlarının Alzheimer hastalığına nasıl yol açtığı belirsizdi. Presenilin; amiloit öncü proteinini Abeta40 ve Abeta42 adlı iki protein parçasına kesen önemli gama sekretaz enziminin bir bileşenidir. Abeta42; Alzheimer özelliği olan beyindeki anormal protein birikintilerinde, plakalarında keşfedilmiştir. Pek çok çalışma, Presenilin-1 mutasyonlarının gama sekretaz aktivitesini arttırdığını ileri sürdü. Araştırmacılar, gama sekretaz'ı engelleyici ilaçlar geliştirdiler fakat şimdiye kadarki klinik denemelerde hastalığı durdurmada başarısız oldular.

Boston, Harvard Tıp Okulu'nda nöroloji profesörü olan  Raymond Kelleher ve Jie Shen tarafından yürütülen bir çalışma; presenilin-1 mutasyonlarındaki ve kalıtsal Alzheimer hastalığındaki işbirliğinin sürpriz sonunu veriyor.  Doktorlar Kelleher ve Shen, presenilin geninin değiştirilmiş biçimlerini farelerde kullanarak,  mutasyonların  gama sekretaz'ın aktivitesini arttırmaktan ziyade azaltarak hastalığa neden olduğunu keşfettiler.Presenilin mutasyonlarının bir tanesi, farenin beynindeki hafıza devrelerinin bozulmasına ve yaşa bağlı nöron ölümüne de yol açtı.

NINDS'deki programın yöneticisi Roderick Corriveau, “Doktorlar Shen ve Kelleher'in bulguları; temel moleküler mekanizmalardan klinik müdahaleye kadar olan araştırmanın tüm seviyelerinde heyecan verici ve yaratıcı yeni olasılıkları başlatması gerekenlerdir, onlar geleneksel görüşün muazzam bir ayrılışıdır" dedi.

Dr. Kelleher, “Bu; mutasyonların gama sekretaz fonksiyonunu devre dışı bırakan ama buna rağmen Alzheimer hastalığını andıran özellikler dizisini, bilhassa hem sinaptik ve idraksal eksiklikleri hem de nörodejenerasyonu tetikleyen çok çarpıcı bir örnektir" dedi.

 Bu imaj; soldaki denek fareden olan korteks bölümleriyle sağdaki presenilin-1 mutasyonlu fareyle karşılaştırıyor. Kesikli çizgi, beynin yüzeyine işaret ediyor. Presenilin-1 mutasyonları gama sekretaz aktivitesini azaltıyor ve yukarıda gösterildiği gibi korteksin büzüşmesi de dahil nörodejenerasyon özelliklerine neden oluyor. Resim, Harvard Tıp Okulu'ndan   Raymond Kelleher ve Jie Shen'e aittir.

Plakalar Alzheimer'ın ana biyolojik işareti olsalar da, nörodejeneratif değişimler de hastalığın önemli özelliğidir. Bu değişiklikler; beyin hücrelerinin kaybı, kalan nöronlar içerisindeki "tau" adı verilen protein birikintileri, hafızada problemler gibi idraksal eksiklikler, beynin elektriksel aktivitesinde ve iltihabında (inflamasyonunda) olan değişimlerdir. Hastalığın sıklıkla kullanılan fare modelleri yoğun plaka birikimi sergiliyor fakat  nörodejenerasyon semptomlarını göstermiyor. Dr.Kelleher'a göre, fareler üzerinde geliştirilen tedavilerin hastalar üzerinde başarılı olmamasının bir nedeni de bu olabilir.

Dr. Kelleher, “Bu çalışma, ailesel Alzheimer mutasyonunun nörodejenerasyona yol açmaya yeterli olduğunu gösteren ilk fare modeliydi. Yeni modelin, hastalıkta meydana gelen yıkıcı nörodejeneratif  değişimlere odaklanan terapilerin gelişimine yardımcı olacak fırsatı sağlayacağını umuyoruz" dedi.

Dr. Shen’in daha önceki çalışması; presenilinlerin, gama sekretaz'ın  öğrenmede, hafızada, beyin hücreleri, nöronal varlığı sürdürme arasındaki iletişimde önemli bir rol oynadığını gösterdi ve Alzheimer hastalığı terapisi için olan gama sekretaz önleyicilerin kullanımına karşı uyardı. Daha sonra, büyük bir evre III denemesi durdurulmuştu çünkü gama sekretaz önleyicilerle olan tedavi, hastaların idraksal kabiliyetini kötüleştirdi.

Durumların çoğu kalıtımsal olmasa da, ailesel Alzheimer hastalığı  çoğunlukla 60 yaşından önce semptomları beliren erken- başlangıçlı hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Doktorlar Shen ve Kelleher, bu çalışmada ortaya çıkarılan mekanizmaların Birleşik Devletler'de 5 milyondan fazla insanı etkileyen hastalığın yaygın türlerine kavrayış sağlayacağını umuyorlar.

Bu tezdeki sonuçlar, ilaç gelişimi için yeni bir yaklaşımı ileri sürüyor. Dr. Shen, “Gama sekretaz'ı  eski haline getirmenin Alzheimer hastaları için daha iyi, daha etkili iyileştirici bir strateji olacağına inanıyoruz" dedi.

http://neurosciencenews.com/presenilin-1-alzheimers-neurology-1849/'dan çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer


7 Mart 2015 Cumartesi

İçki alışkanlığı, gerçekten de unutkanlığa yol açıyor mu?




St.Louis'deki Washington Üniversitesi Tıp Okulu'nun Psikiyatri bölümü başkanı Charles F. Zorumski, bu soruya şöyle yanıt veriyor:
"Doğrusunu söylemek gerekirse, bir kişinin sarhoş olması ve ne yaptığını hatırlamaması mümkündür. Bu hal "bilinç kaybı" veya, başka bir deyişle "hafıza kaybı" olarak adlandırılır.  Bilinç kaybı esnasında bir kişi kendisinden geçmiş bir vaziyettedir ama uyanıktır ve sohbet etmek veya araba sürmek gibi anlamlı gözüken şekillerde etrafıyla iletişim halindedir.  Sarhoşluk devresinden sonra, genelde bir sonraki günde, kişi sarhoş olduğu zamandaki olayları ya hiç hatırlamaz ya da onların çok azını hatırlar. Bu durumda olmak bazen bilinmeyen ve güvenilir olmayan bir yerde uyanma, kişisel eşyalarını kaybetme veya terbiyesiz davranışlar sergileme gibi felaket getiren sonuçlara yol açabilir!

"Bilinç kaybı", nöral seviyede ise ileriye dönük bellek kaybı devresidir. Bu, şu manaya gelir: Kişinin yeni hatıraları oluşturma yeteneği azalmıştır. Kişi yakın zamanda öğrenilen bilgiyi unutmasa da, sarhoşken olan bazı gerçekleri hatırlamakta zorlanmaktadır. Buna rağmen, kişinin ayıldığında hafızası ve yeni bir bilgiyi öğrenme yeteneği daimi olarak etkilenmez.

Alkolün veya etanolün (etil alkol) hafıza kaybına nasıl neden olduğu tamamen anlaşılamamıştır. Bununla birlikte alkolün, "uzun-süreli potansiyelizasyon (LTP)" olarak adlandırılan beyin hücrelerindeki bir işleme, bilhassa da Hipokampus'teki hafıza oluşumunun altında yatan hücresel mekanizmaya zarar verebileceği açıktır. 

LTP'ye ve öğrenmeye zarar vermek için, potansiyel olarak geçici hafıza kaybına yol açmak için gereken alkol miktarı çeşitlilik gösterebilir. Önemli faktörler, tüketilen alkolün türü ve miktarını içerir. Yüksek potansiyelli içecekler daha kötüdürler. Hangi alkolün tüketildiği oran da önemlidir, hızlı tüketimle daha çok problem doğar. Bu faktörler, beyinde alkol seviyelerinin ne kadar hızlı yükseldiğini ve hafıza oluşumuna nasıl zarar verdiğini etkiler. 

Sürüngenler üzerinde yaptığımız çalışmalarımızda Hipokampus'taki LTP'yi durdurmak;  bir kişinin sarhoş olması için gereken miktarın 3 katı kadar olan tehlikeli seviyedeki alkolü gerektirdi. Bununla beraber, alkol dışında ilaçların da LTP'yi etkileyebileceğini belirtmekte fayda var. Bu ilaçlar alkolle birleştiklerinde, alkolün daha düşük yoğunluğunda hafıza kayıplarına neden olabilirler. Benzodiyazepinler, zanaks, valium gibi bilinen sakinleştiriciler ve popüler uyku ilacı Ambien de dahil, beyinde aynı şekilde etki gösteren ilaçlar da kendi başlarına hafıza kaybına neden olabilirler.
Hafıza kayıplarıyla ilgili tehlikeler göz önünde tutulacak olursa, hafıza kaybını önlemenin en iyi stratejisi; aşırı alkol tüketiminden ve alkolü diğer nero-aktif (sinir dokusunu uyaran) ilaçlarla birlikte almaktan  uzak durmaktır."


http://www.scientificamerican.com/article/will-heavy-drinking-really-cause-forgetfulness/'den çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer