Bilim ve Din

Bilim ve Din

10 Aralık 2021 Cuma

ALKOL BEYNE ZARAR VERİYOR

 


Karaciğerin “Asetaldehid” adı verilen bileşimi alkole dönüştürmek için enzim alkol dehidrojenaz’ı kullanarak alkolü metabolize eden ana organ olduğu iyi bilinmektedir. Asetaldehid, toksik etkilere sahiptir ve hızlı bir şekilde “Asetat” diye adlandırılan daha yumuşak etkiye sahip bir maddeye bölünür. Bu da “Asetaldehid Dehidrojenaz (ALDH2)” adlı farklı bir enzim aracılığıyla olur. Şimdiye kadar karaciğer tarafından üretilen alkol ve Asetaldehid, içki içmekten kaynaklanan idraksal yetersizliği tetikleyen önemli oyuncular arasında gösterilmekteydi. Bunun yanısıra Asetat’ın diğerlerine nazaran daha az önem uyandıran beynin motor nöronlarında bozukluk, kafa karışıklığı ve geveleyerek konuşma etkilerini de yarattığı bilinmekteydi. Araştırmacılar, hangi beyin bölgesinin veya beyin hücrelerinin alkol metabolizması için en önemli olduğunu da bilmemekteydi.

Bilim insanları, beynin alkol metabolizmasındaki oynadığı rolünü daha iyi öğrenebilmek için hem fare hem de insan dokusundaki MR tarayıcıları kullanarak Serebellum’daki ALDH2 enziminin dağılımını ölçtüler. ALDH2’nin hem insan beyni dokusu hem de canlı fare dokusunda “Astrosit” adı verilen bir tür sinir hücresinde Serebellum’da açığa çıktığını keşfettiler.  

Araştırmacılar, bu enzimin beyinde Asetaldehid’den Asetat’a dönüşmesini kontrol ettiğini de buldular. Bilim adamları, bu enzimin açığa çıktığı beynin belirli bölgelerinde alkolle uyarılmış hücresel ve davranışsal etkileri de keşfettiler. Asetat’ın sinir sistemindeki aktiviteyi azaltan, “GABA” diye adlandırılan beyin haberci kimyasalıyla etkileşimde olduğu da bulundu. Bu azalan aktivite; uyuklama, koordinasyon bozukluğu ve kişide daha az utangaçlık haline yol açar.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Maryland Üniversitesi Tıp Okulu’nda Tanısal Radyoloji ve Nükleer Tıp bölümünde öğretim üyesi olan Dr. Qi Cao, konuyla ilgili şunları söyledi: "ALDH2’nin denge ve motor koordinasyonunu sağlayan beyin bölgesi Serebellum’daki “Astrositler” adlı hücrelerde açığa çıktığını keşfettik. ALDH2 bu hücrelerden yok edildiğinde, farelerin alkol tüketiminden kaynaklanan motor bozukluğuna karşı dirençli olduklarını da bulduk.”

Araştırmayı yürüten Dr. Su Xu ve ekibi; ALDH2 enziminin Hipokampüs, Amigdala ve Prefrontal Korteks de dâhil, diğer beyin bölgelerinde duygusal düzenleme ve karar vermeden (aşırı alkol tüketiminde bu devre dışı kalıyor) sorumlu olduğunu keşfetti.    

Bu bulgular, belirli beyin bölgelerinin alkolü metabolize etmek için önemli olduğunu ve bu bölgelerdeki enzim üretimindeki anormalliklerin alkol kullanımından kaynaklanan zarar verici etkilere yol açabileceğini ileri sürüyor. Bulgular ayrıca beyinde ve karaciğerde üretilen Asetat’ın motor ve bilişsel fonksiyonu etkilemede değişiklik gösterdiğini ileri sürüyor.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/04/210414154910.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


27 Kasım 2021 Cumartesi

“MANEVİ DENEYİMİN NÖROBİYOLOJİK EV’İ” PARİETAL KORTEKS

 


Frontal Lob (Ön Lob), Parietal Lob, Oksipital Lob, Temporal Lob.

Bir grup bilim adamı, insanların manevî (spritüal) deneyimleri dinî olsun veya olmasın aktif hale gelen beyin bölümünün yerini saptadı.

Araştırmacılar, beynin bu bölümünü manevî deneyimin “Nörobiyolojik Ev’i” olarak adlandırdılar. Bu bölge, insanlar kendilerinden daha kuvvetli bir güçle bağlantı kurarken etkilenip deneyimlediklerinde aktif hale geldi.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yale Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi, Manevî Zihin Beden Enstitüsü’ndeki bilim adamları tarafından yapılan bu yakın zamandaki çalışma; farklı dinlere ve farklı manevî inançlara sahip insanların deneyimlerine dayanarak yapıldı.   

“Manevî Deneyimin Nörobiyolojik Ev’i”

Manevî deneyimleri işlemden geçiren beyin bölümü “Parietal Korteks”ti veya daha açık söylemek gerekirse, “Sol Alt Parietal Lob”tu. Beynin bu kısmı bir kişi bir başka kişinin varlığının farkına varırsa da aktif hale geliyordu. Kişi dikkat yeteneklerini kullandığında da bu bölge uyarılmış hale geldi.

Bu çalışmayı yürüten Yale Çocuk Çalışması Merkezi ve Nörobilim Departmanı’nda Psikiyatri Profesörü olan Marc Potenza’ydı. Araştırmacılar, çalışma esnasında 27 genç yetişkinle görüşme yaptılar. Bilim adamları; katılımcılara geçmişteki stresli, rahatlatıcı ve manevî deneyimleri hakkında sorular sordular. Katılımcılara bu görüşmeden sonra kişisel aşkın (transandantal) deneyimlerine dayanan kayda alınmış materyaller dinletildi ve onların beyin Fonksiyonel Manyetik Rezonans taramaları alındı. 

Fonksiyonel Manyetik Rezonans taramaları, farklı manevî deneyimlerle bile beyinlerin Parietal Korteks’ten gelen birbirine benzer aktiviteyi sergilediğini gözler önüne serdi! Katılımcıların beyin dalgaları, onlar o kayıtları dinlerken veya o aşkın haldeyken birbirine benzer modelleri yansıttı!

Çalışmayı Cerebral Cortex adlı dergide yayınlayan bilim adamları, "Beyindeki nötr yani rahatlama haliyle manevî hali karşılaştırıp, gözlemledik. Sol Alt Parietal Lob’da (IPL) azalmış bir aktivite vardı. Bu sonuç da, IPL’nin manevî deneyimler esnasında algısal işlemden geçirme ve kişisel diğer rolleri üstlendiğini ileri sürüyor” şeklinde yazdılar.

Çalışma, beynin duyusal ve duygusal işlemden geçirmeden sorumlu olan bölgesi Medial Talamus ve Kaudat’ın stresle karşılaştırıldığında manevî uyarılışa daha az yanıt verdiğini de gözler önüne serdi.

Manevî Deneyim ve Zihinsel Sağlık

Katılımcılar farklı manevî deneyimlerine rağmen birbirine benzer beyin aktivitelerini sergilediklerinden dolayı bilim adamları, manevî deneyimin kişinin dindarlık seviyesiyle sınırlı olmadığını belirttiler.

Manevî deneyim; gönülde Tanrı’yla söyleşide bulunma hissi de olabilir, doğada tek başına olma veya insanlığı kucaklama hissi de olabilir. Manevî deneyim, spor yaparken hissettiğimiz o coşkun ve mutlu hal gibi basit bir deneyim de olabilir.

Araştırmacılar; sonuç olarak çalışmanın, uzmanların manevî deneyimin insanların zihinsel sağlığını nasıl etkilediğini anlamalarına yardımcı olabileceğini söylediler.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.techtimes.com/articles/229277/20180604/scientists-locate-spiritual-part-of-brain-not-necessarily-activated-by-religion.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


1 Kasım 2021 Pazartesi

Koku Duyumuz Yakın Çevremizdeki Tehlikelerden Bizleri Koruyan En Önemli Becerimiz

 

Tehdit oluşturan bir şeyin kokusunu algılamak ve ona karşı tepki gösterme becerisi, insanların ve tüm memelilerin hayatta kalabilmesi için var olan şeydir. İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nde araştırmacılar, eşi benzeri olmayan bir tekniği kullanarak olağan tehlike olan kokuyu algıladığında beynin Merkezi Sinir Sistemi’nde neler meydana geldiğini araştırdılar. PNAS dergisinde yayınlanan çalışma, kokusu hoş olmayan negatif kokuların kokusu hoş olan pozitif kokulardan önce beynimizde işleme alındığını ve bunun fiziksel olarak vücudumuzu tetiklediğine işaret ediyor.        

Araştırmanın önde gelen yazarı, Karolinska Enstitüsü’ndeki Kliniksel Nörobilim Departmanı’nda Araştırmacı olarak görev yapan Behzad Iravani konuyla ilgili şunları söyledi: ”Hoş olmayan kokuları insan beyninin bir tehlike olarak algılaması uzun süredir bilinçli, idraksal bir süreç olarak biliniyordu.  Üzerinde çalıştığımız araştırma ilk kez bizlere bunun beynimizde bilinçsiz ve son derece hızlı bir biçimde oluştuğunu kanıtlıyor.”         

Karolinska Enstitüsü’ndeki araştırmacılar ilk kez kokuları işlemden geçiren, beynin hareket ve kaçınma davranışından sorumlu olan kısmına sinyaller gönderen “Koku Alma Soğanı” olarak bilinen bölgenin sinyallerini ölçen bir metodu geliştirdiler. Sonuçlar, katılımcılar üzerinde yapılan 3 araştırmaya dayandı. Katılımcılardan 6 ayrı kokuyla ilgili olan deneyimlerini derecelendirmeleri istendi. Kokulardan bazıları pozitif, bazıları negatif kokulardı. Onlar derecelendirme yaparlarken verdikleri tepkilerden Koku Alma Soğanı’nın Elektrofizyolojik aktivitesi ölçüldü.    

Araştırmanın ikinci yazarı, Karolinska Enstitüsü’nde Kliniksel Nörobilim Departmanı’nda Doçent Dr. olan Johan Lundström, konuyla ilgili şöyle konuştu: “ Koku Alma Soğanı, 300 m. civarındaki negatif kokulara karşı çok hızlı tepki veriyor ve beynin Motor Korteks’ine direkt sinyal yolluyor. Sinyal, kişinin beyninin bilinçsiz bir şekilde o kokudan ve o kokuya neden olan merkezden uzaklaşmasını sağlıyor. Araştırma sonuçlarımız gösteriyor ki, koku duyumuz yakın çevremizdeki tehlikelerden bizleri koruyan en önemli becerimiz. Bu becerimiz de, beynimizde görsel ve işitsel duyularımızdan daha bilinçsiz bir şekilde meydana geliyor.    

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/10/211014100139.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer


5 Ekim 2021 Salı

İletişim Yeteneğimizle Dünyaya Geliriz


Nöro-bilim adamları, bebeklikteki beyin madde yapısının beş yaşındaki çocukların lisan yetenekleriyle doğrudan bağlantılı olduğunu keşfetti.   

Developmental Cognitive Neuroscience dergisinde yayınlanan yeni bir araştırmanın tezine göre, beynin organizasyonel yolları çocuk daha bir yaşındayken çocuğun lisan öğrenme yeteneğinin temelini oluşturuyor. Bu yollar, “beyaz madde” olarak biliniyorlar ve beyin dokusunu oluşturan “gri madde” adı verilen milyarlarca nöron arasındaki bağlantılar olarak görev yapıyorlar. Onlar uygulamamız gereken farklı görevleri ve fonksiyonları, bizi ayakta tutan biyolojik süreçlerin sinyallerinin karşılıklı alınıp verilmesine olanak tanıyorlar.

Araştırmayı yürüten Boston Üniversitesi'nde bilim insanı ve lisanslı konuşma patoloğu olan Jennifer Zuk, konuyla ilgili şunları söyledi:  "Bununla ilgili sıklıkla kullanılan mecaz şudur: Beyindeki beyaz madde yolları ana yollardır ve gri madde bölgeleri de varış noktalarıdır. Boston Üniversitesi Sargeant Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi konuşma, lisan ve duyma bilimlerinde Asistan Profesör olan Zuk sözlerine şöyle devam etti: “ Bir kişi lisan öğrenme gibi bir görevi ne kadar çok uygularsa, o görevi yerine getirmekten sorumlu olan beyin bölgeleri daha güçlü ve daha hassas olacaklardır. Bilginin beyaz madde ana yollarında daha akıcı bir şekilde akması sağlanmış olur. Zuk’a göre, yakın zamanda ortaya çıkan sonuçlar beyaz madde gelişiminin en hızlı şekilde ilk 2 yaşta tamamlandığını göstermiştir.

Araştırmacıların MRI kullanarak baktıkları önemli beyaz madde yolu beynin lisan ve anlayıştan sorumlu iki bölgesini birleştiren Arkad Fasikül (arcade fasciculus)’dür. Bilim adamları, MRI kullanarak beyaz maddenin organizasyonunu ölçtüler. Yolun yoğunluğu suyun dokudan ne kadar dağıldığına geçtiğine bağlıydı.

Bilim adamlarının bulgularına göre, beyinlerinde daha yüksek beyaz madde organizasyonuna sahip olarak doğan çocuklar beş yaşındayken daha iyi lisan yetenekleri sergilediler. Bu da iletişim yeteneklerinin bu yeteneklere yatkın beyin yapısıyla güçlü bir şekilde bağlantılı olduğunu gösterdi. Fakat Zuk bunun çok karmaşık olan bir bulmacanın sadece ilk kısmı olduğunu söyledi.

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/09/210924182533.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

12 Eylül 2021 Pazar

Çarpan Kalp, Beynin Karar Verme Devresini Değiştiriyor

 

Endişe, bağımlılık ve diğer psikiyatrik rahatsızlıklar bilim adamlarının "uyarılma (arousal)" diye adlandırdığı halin yoğun halleridir: Kalp atışları artar, tansiyon yükselir, güç nefes alıp verilir ve karar verme zorlaşır. Bu hallerin beynin karar verme süreçlerini nasıl değiştirdiğini anlamak için Mount Sinai Tıp Merkezi Icahn Tıp Okulu'ndaki bilim adamları yakın zamanda yapılmış bir çalışmanın verisini incelediler.

Mount Sinai Tıp Merkezi Nash Nörobilim Aile Bölümü ve Friedman Beyin Enstitüsü yardımcı profesörü, Ulusal Akademik Bilimler'de (PNAS) yayınlanan tezin kıdemli yazarı olan  Dr. Peter Rudebeck konuyla ilgili şunları söyledi: "Bulduğumuz sonuçlar; beynin karar verme devrelerinin, görüntülenme ve vücudun içinde neler meydana geldiğini anlama esnasında heyecanlandığını ileri sürüyor. Bundan dolayı da, uyarılma seviyemizdeki değişimler bu devrelerin nasıl çalıştığını belirleyebilir. Bu sonuçların araştırmacılara beyin bölgeleri hakkında daha derin bir anlayış sağlayacağını ve bir çok psikiyatrik hastalığın altında yatan temel hücresel süreçleri de açıklayacağını umuyoruz."

Araştırma, Dr. Rudebeck'in laboratuarında beynin risk almayı nasıl denetlediği üzerinde çalışma yapan Dr. Atsushi Fujimoto tarafından yürütüldü.

Bilim adamları, yıllardır uyarılma ve karar verme performansı arasındaki ilişkiyi "U-şeklindeki eğim" olarak tanımlıyorlardı. Aslına bakılırsa, bir fincan kahve içtikten sonraki uyarılmış halimiz bile performansımızı arttırabilir. Fakat, çok fazla ya da çok az bir uyarılma beynin yavaş çalışmasına veyahut yanlış karar vermesine yol açacaktır.

Çalışmanın sonuçları da bu fikri destekler nitelikteydi. Bilim adamları, 3 maymun üzerinde yapılan deneylerin verisini incelediler. Deneyde, maymunlara ödül olarak meyve suyu verildi. Maymunlar az dolu bardaktaki meyve suyunu içmek yerine ağzına kadar dolu bardaktaki meyve suyunu içtiler. Kalpleri hızlı hızlı atarken kararlarını daha hızlı verdiler. Bu çalışma, uyarılmış haldeyken daha iyi performans sergilediğimiz fikrini bir bakıma desteklemiş oldu.

Daha sonra da araştırmacılar, beynin iki karar verme merkezi olan Orbitofrontal Korteks ve Dorsal Anteriyor Singulat Korteks'deki nöronların elektriksel aktivitesini incelediler.

Araştırmacılar, nöronların aktivitesinin altıda birinin kalp atışlarının dalgalanmasıyla alakalı bölgelerde olduğunu keşfettiler. Bir başka deyişle, hayvanın kalp atışı değiştiğinde bu hücrelerdeki aktivite de ya hızlanıyor ya da yavaşlıyordu. Bu aktivite, hayvanların aldıkları farklı ödüllere karşı verdikleri kararlardan etkilenmediklerini gösterdi. Bu arada her bir bölgedeki hücrelerdeki aktivite, karar verme süreciyle ilişkiliydi.

Çeviren: Esin Tezer

www.sciencedaily.com/releases/2021/08/210830140224.htm'den alıntı yapılarak çevrilmiştir.







3 Ağustos 2021 Salı

Zihinlerimize Objelerle Otomatik Olarak Bağlantı Kuran Beyin Mekanizması Keşfedildi

 

İnsanlar bir diş fırçası, araba, ağaç veya herhangi bir kişisel objeyi gördüklerinde; beyinleri onu otomatik olarak onunla bağlantılı olan şeyle ilişkilendiriyor. Böylelikle insanlar, çevrelerindeki şeylerin içeriğini zihinlerinde oluşturuyorlar ve dünya üzerindeki beklentilerini belirliyorlar.

Araştırmacılar yapay zekâyla öğrenme ve beyin imajlama tekniğiyle “Birlikte Gerçekleşme” fenomeninin boyutunu ölçtüler ve onunla ilişkili olan beyin bölgesini tespit ettiler. Araştırmanın sonuçları, Nature Communications adlı dergide yayınlandı.

Araştırmanın tezini yazan yazar Mick Bonner; ABD’deki Baltimore, Maryland’de Johns Hopkins Üniversitesi’nde bir bilişsel bilim insanı. Bonner, şöyle konuştu: "Bir buzdolabı gördüğümüzde, sadece bir buzdolabına baktığımızı düşünürüz fakat zihnimizde o buzdolabıyla bağlantılı olan mutfaktaki diğer şeyler de aklımıza gelir. Bu durum şu ana kadar ilk kez ölçüldü ve gerçekleştiği beyin bölgesi tespit edildi!”  

İki kısımda oluşan araştırmada Bonner ve Pennsylvania Üniversitesi’nde Psikoloji profesörü olan tezin yardımcı yazarı Russell Epstein, her bir objeyle etiketlenen binlerce manzaralı fotoğraftan oluşan veri tabanını kullandı. Evle ilgili, şehir hayatı, doğayla ilgili resimler vardı ve resimler her bir kupa, araba, ağaç vs. ile etiketlendirilmişti. Objelerin birlikte gerçekleşmesini veya bazı objelerin diğerleriyle ne kadar sıklıkla belirdiğini ölçmek için bir istatistik model ve algoritma yarattılar. Bu model ve algoritma; eğer bir klavye gördüyseniz, tükenmez kalem görme olasılığınızı veya bir tekne gördüyseniz, bulaşık makinası görme olasılığınızı gösterdi.

Araştırmacılar, bu ölçülen bağlamsal ilişkilerle bağlantıları yapan beyin bölgesinin de haritasını çıkardılar.

Deneklerin beyin aktiviteleri fonksiyonel manyetik rezonans imajlama (fMRI) ile monitörlenirken, ekip onlara kişisel objelerin resimlerini gösterdi ve bu birlikte gerçekleşme bilgisine tepki veren bölgeyi ispatlamak için kanıt aradı. Buldukları bölge, üç boyutlu görüntüleri işlemden geçiren görsel korteksle ilişkili olan bölgeydi.

Bonner sözlerine şöyle devam etti: "Bir uçağa baktığınızda, bu bölge gökyüzünün, bulutların ve diğer tüm şeylerin sinyalini verir. Beynin bu bölgesinin uzun zamandır üç boyutlu çevreyi işlemden geçirdiği bilinmekteydi.  Bu araştırmayla, bu bölgenin dünyada birbirine uyan şeyler hakkında da bilgi kodladığını öğrendik.

Araştırmacılar, insanların bağlam dışı objeleri hatırlamada daha yavaş olduklarını uzun zamandır bilmekteydi. Ekip, bu ilk büyük çapta gerçekleştirilen deneyin görsel çevredeki objeler arasındaki ilişkileri ölçtüğüne inanıyor. Ekip ayrıca bu deneyin bu görsel bağlamın beyinde nasıl temsil edildiğini gösterme açısından da ilk kavrayış olduğunu düşünüyor. 

Bonner sözlerini şöyle tamamladı: "Beynin aslında kendi zengin istatiksel bilgisini temsil ettiğini detaylı bir şekilde ispatlamış olduk."

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/07/210708134756.htm’den çevrilmiştir.

 

 


16 Haziran 2021 Çarşamba

Sabahları Erken Uyanmak Depresyonu Önlüyor

 

JAMA Psychiatry dergisinde 26 Mayıs 2021 tarihli yayınlanan yeni genetik bir araştırmaya göre, sabahları uyandığı saatten 1 saat önce uyanmak bile kişinin depresyon riskini %23 azaltıyor!

ABD’deki Colorado Boulder Üniversitesi, MIT ve Harvard Üniversiteleri’nin Enstitülerindeki araştırmacılar tarafından 840,000 kişi üzerinde yapılan çalışma; kişinin geç bir saatte uyuma eğiliminin depresyon riskini arttırdığının güçlü kanıtını gözler önüne seriyor. Araştırma, çok veya az bir değişimin zihinsel sağlığı da ne kadar etkilediğini gösteren ilk çalışmalardan bir tanesi durumunda yer alıyor. Evden çalışma ve evden okula gitme sonucunda da pandemi sonrası insanlarda daha geç saatlerde uyuma eğilimi oluştu.

Colorado Boulder Üniversitesi’nde Bütünleyici Fizyoloji Bölümü’nün Asistan Profesörü olan, bu araştırmanın kıdemli yazarı Celine Vetter konuyla ilgili şunları söyledi: ”Uyuma zamanı ve ruh hali arasında bir ilişki olduğunun epey zamandır farkındaydık. Klinik tedavi uzmanları, insanların ruh hallerinin pozitif hale dönüşebilmesi için ne kadar zamana ihtiyaç duyulduğunu olduğunu bize soruyorlardı. Kişinin uyuduğu saatten 1 saat daha önce uyuması ve uyanması bile depresyon riskini epey bir azaltıyor!”      

Vetter, 2018 yılında uzun zamandır 32,000 hemşire üzerinde çalıştığı büyük araştırmasını yayınladı. Araştırmaya göre, sabah erken kalkanlar gelecek 4 yıl içerisinde %27 daha az depresyon riskine sahipti!

Araştırmanın başyazarı Dr.Iyas Daghlas, veriyi DNA test etme şirketi 23 and Me’den ve İngiltere Birleşik Krallığı Biobank’ın biyokimyasal veritabanından aldı. Amacı, erken uyanmanın gerçekten işe yarayıp yaramadığını ve ne kadar erken kalkmanın gerekli olduğunu keşfetmekti. Daghlas daha sonra genetik topluluğun sebep ve sonucunu çözmek için “Mendel Rastgele Sıralaması” adı verilen metodu kullandı. Mayıs 2021’de Harvard Tıp Okulu’ndan mezun olan Dr. Daghlas, sözlerine şöyle devam etti: "Genetiğimiz doğuştan diğer türlerdeki epidemiyolojik araştırmaları etkileyen önyargılara sahip fakat bu durum genetik çalışmaları etkilemiyor.”

340’dan fazla bilinen genetik varyasyon, “saat geni” diye bilinen PER2 varyasyonu da dahil, kişinin kronotipini etkiliyor ve Genetik bilimi uyuma zamanı tercihimizin %12 ila 42’sini açıklıyor. Araştırmacılar 850,000 kişiden bu varyasyonlardaki tanımlanmamış veriyi incelediler. Bu kişilerden 85,000’i haftanın 7 günü uyku izleyici cihazını kullandı ve 250,000’i uyku tercihi anketini tamamladı. Bu, daha detaylı bilgi vermiş oldu. Böylelikle araştırmacılar, uyuduğumuz ve uykudan uyandığımız zaman genlerdeki varyasyonların bizi nasıl etkilediğini incelemiş oldular.

Sonuçlar şu fikri destekliyor: Eğer bir kişi normalde gece 1’de uyumak yerine 12’de uyursa ve aynı uyku süresi uzunluğunda uyursa; o kişi depresyon riskini % 23 azaltıyor. Eğer kişi daha da erken, gece 11’de yatarsa o zaman da depresyon riskini %40 azaltmış oluyor.

Bu etkiyi ne açıklayabilir?

Bazı araştırmalar gün içerisinde daha fazla ışığa maruz kalmanın ruh halini etkileyen bir dizi hormonel etkilere sahip olduğunu ispatlıyor. Sabah erken kalkan kimseler de bu etkilerden yararlanıyorlar. 

Daha erken yatılan ve kalkılan uyku düzenine geçmek isteyenlere araştırmanın kıdemli yazarı Celine Vetter şu tavsiyeyi veriyor: ” Günleriniz aydınlık ve geceleriniz karanlık olsun… Sabah kahvenizi verandanızda yudumlayın. İşe ya yürüyerek ya da bisikletle gidin ve geceleri elektronik eşyalarınızı kapatın.”  

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/05/210528114107.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.


4 Mayıs 2021 Salı

Türk Kahvesi İçmenin Yararları: Neden Türk Kahvesi İçmelisiniz?

 

Türk kahvesinin sağlığa pek çok yararı var. Birçok insan, gün içerisinde kendisine enerji vermesi için kahveye güvenir. Türk kahvesi ise Ortadoğu ve Türkiye de dahil olmak üzere bazı Avrupa, İran ve çeşitli ülkelerde kökeni olan kahve hazırlama metodudur.

1.Türk Kahvesi Fiziksel Performansı Arttırır

Kafein, zihinsel ve fiziksel performansı arttıran doğal uyarıcı olarak bilinmektedir. Dolayısıyla Türk kahvesi bilhassa sporculara yarar sağlayan, onlara yüksek odaklanmayı veren kafein dozuna sahiptir. 20 sporcu üzerinde yapılan bir çalışma, Türk kahvesi tüketen deneklerin tepki süresi ve güç seviyelerinde gözle görülür bir seviyede performans gelişimi olduğunu ispatlamıştır.

2.Türk Kahvesi Karaciğeri Korur

Karaciğerimiz vücudumuzda önemli bir rol oynar. O; vücudumuzdaki kortizon, tiroit ve diğer adrenalin hormonlarının dengesini kontrol eder. Sarılığa neden olan karaciğer enfeksiyonu (hepatit), tıpkı karaciğer yağlanmasında olduğu gibi kronik karaciğer hastalıklarının hormonal dengesizliklerine neden olmaktadır. Yapılan araştırmalar, düzenli kahve içenlerin daha az karaciğer fonksiyon bozukluğu riskine sahip olduklarını kanıtlamıştır.

3.Türk Kahvesi Beyni Korur

Kahve, Alzheimer hastalığı gibi pek çok nörolojik hastalıkları da önler. 29,000’den fazla insan üzerinde yapılan bir araştırma, kahve tüketenlerin Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin %27 daha az olduğunu ispatlamıştır. Diğer araştırmalar da kahve tüketmenin felç, Parkinson hastalığı ve erken bunama (demans) riskini azalttığını göstermiştir.

4.Türk Kahvesi Temel Bileşimleri İçerir

Türk kahvesi filtresizdir. Dolayısıyla, yararlı olan biyoaktif bileşimleri daha fazla bünyesinde ihtiva etmektedir. Kahve çekirdekleri, sağlığa yararlı olan antioksidanlardan klorojenik asitler gibi faydalı bileşenleri içermektedir. Örneğin, klorojenik asitler iltihap, kan şekeri, kolesterol seviyeleri ve yüksek tansiyona iyi gelebilir. Yapılan araştırma, öğütülmüş kaliteli çekirdek kahvelerinin daha fazla klorojenik asitler içerdiğini göstermiştir. Kahve; iltihabı azaltan, enfeksiyonla mücadele eden ve kalp sağlığını arttıran “diterpenoidler” olarak adlandırılan güçlü bileşenleri de ihtiva eder.

5.Türk Kahvesi Hastalıklara Karşı Korur

Kahve içmek şeker hastalığı (diyabet) ve kardiyovasküler hastalıklar da dahil, bazı hastalıkların riskinin azalmasına neden olur. Kahve içenler üzerinde yapılan bir araştırma, her gün düzenli olarak tüketilen bir fincan kahvenin tip-2 diyabet riskini %7 azalttığını ispatlamıştır. Başka bir araştırma da, her gün 3 ila 5 fincan arası devamlı içilen kahvenin kalp hastalıkları riskini %15 azalttığını keşfetmiştir.   

Devamlı içilen kahvenin depresyon tehlikesi, akciğer kanseri, rahim kanseri (endometriyal kanser) ve akciğer sirozunu azalttığı gözlenmiştir.

*Kakuleli Türk Kahvesi’nin Yararları

Türk kahvesi; bazen sağlığa pek çok yararı bulunan lezzetli bir baharat olan kakuleyle de yapılır. Kakule, iltihabı ve kronik hastalık riskini azaltan güçlü antioksidanlara sahiptir.

Fareler üzerinde yapılan bir çalışma, kakule ekstraktının etkili bir şekilde iltihaba neden olan bileşenler TNF-a (tümör kangren faktörü) ve IL-6 (interlökin 6)’yı durdurduğunu ispatlamıştır. Buna ilaveten, kakule farelerdeki kanser hastalığıyla savaşmıştır. 

Çeviren: Esin Tezer

https://defatx.com/nutrition/turkish-coffee-benefits-why-you-should-drink-it/’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

 


20 Nisan 2021 Salı

Alüminyum, Ailesel Alzheimer Hastalığının Nöropatolojisiyle Yakından İlişkili

 

Alzheimer Hastalığı Raporları Dergisi’nde yeni yayınlanan bir araştırmaya göre; alüminyum, Alzheimer hastalığının oluşumuna katkıda bulunuyor, hastalığın hastalık sebebini  (patogenez’i) oluşturuyor. Araştırmacılar, Alzheimer hastalığının ilk belirtisi olan fosforlanmış tau proteininin alüminyumla eş konumlu olduğunu keşfettiler. Bu çalışma, aynı ekip tarafından daha önce yayınlanmış iki teze dayanıyor.

Yeni veri; alüminyumun, fosforlanmış tau proteiniyle eş konumlu olarak Alzheimer hastalığının başlangıcında veya ailesel Alzheimer hastalığıyla beyindeki nöronlarda “dolaşıklık” yaparak ortaya çıktığını gösterdi.  Birleşik Krallık Staffordshire’daki Keele Üniversitesi’nde Lennard-Jones Laboratuvarları Birchall Merkezi’nde araştırmayı yürüten baş araştırmacı Dr. Matthew John Mold, "Bu dolaşıklıkların varlığı, nöronal hücrelerin ölümüyle yakından ilişkili ve bu dolaşıklıklardaki alüminyumun gözlemlenmesi alüminyumun bu hastalığın oluşumundaki rolüne dikkat çekiyor,” şeklinde konuştu.  

Daha önce yapılan araştırma, ailesel Alzheimer hastalığında beyin dokusundaki alüminyum ve amiloid-beta proteini yaygın lokalizasyonuna ışık tuttu. Araştırmacılar, araştırmada alüminyum zenginleştirilmiş floresan mikroskopiyle birlikte “bağışıklık etiketlemesi” (immunelabelling) metodunu kullandılar. Beyin dokusunda dolaşık haldeki fosforlanmış tau proteini, kendilerinde ailesel Alzheimer hastalığı tespit edilmiş olan Kolombiyalı donörlerde de aynı tertipteydi. Tezin eş yazarı Profesör Christopher Exley,  “Alzheimer hastalığındaki alüminyumun rolünün tau proteiniyle olan açık ilişkisi amiloid-beta ile olan ilişkisi kadar bilinmemekteydi. Bu dokularda alüminyumun amiloid’le tau proteininden çok daha fazla kümelenmesi var ve çoğunlukla hücre içi kümelenmeye sahip,” dedi.  

Alzheimer Hastalığı Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü olan Dr. George Perry, şunları söyledi: "Alüminyum birikiminin Alzheimer hastalığıyla olan ilişkisi neredeyse yarım yüzyıldır biliniyordu fakat Dr. Mold ve Dr. Exley’nin derinlemesine araştırmaları, alüminyumun ve diğer çok değerlikli metallerin Alzheimer hastalığının patolojisinin oluşumunda kritik bir rol oynadığını gözler önüne serdi. Yeni veri,  alüminyumun tau proteininin hücrelerarası kümeleşmesini sağlayan hücre dışı yaşlılık (senil)  plaklarıyla da ilişkili olduğunu ileri sürüyor. Dr. Mold, “Hem amiloid-beta hem de tau proteini arasındaki bu ilişkiler; beyin dokularında yüksek miktarda alüminyum olduğu gözlemlenen ailesel Alzheimer hastalığına sahip donörlerle,  nörodejeneratif hastalık teşhisi konulmayanlar arasındaki olanları bize açıklıyor. Tau proteini ve amiloid-beta’nın Alzheimer hastalığındaki nörotoksisite üretmede eş etkinliğe (sinerji) sahip oldukları biliniyor ve verimiz, bu süreçte alüminyumun rolü olduğunun yeni ispatını gözler önüne serdi,” şeklinde konuştu. 

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/04/210409124748.htm’den çevrilmiştir.


24 Mart 2021 Çarşamba

YENİ YAPILAN BİR ARAŞTIRMAYA GÖRE DUA ETMEK, AFFETMEYİ ARTTIRIYOR

 

Hepimizin dönem dönem yanlış bir davranışta bulunduktan sonra kendini suçlu hissettiği olur. Bu; mükemmel davranışlarda bulunan aydınlanmış bir insan olmadığımızdan ötürüdür. Hepimiz karşımızdaki insanı incitici davranışlarda bulunabiliriz, onun güvenini sarsabiliriz ve bunun sonucunda da bağışlanmayı dileyebiliriz.

Bu, basit bir gerçek ve şu da bir gerçek: 10 Amerikalıdan 9’u dua ettiğini söylüyor, en azından zaman zaman. Florida Eyalet Üniversitesi’nde Psikolog olan Nathaniel Lambert, bu iki gerçeği bir araya getirdi ve kendine şu soruları sordu: Neden dua etmeyi bize hatalı davranışta bulunmuş olan kişilere karşı yapmayalım? Acaba yönlendirilmiş dua, dua edenlerde affetmeye yol açıyor mu ve ilişkileri korumaya yönlendiriyor mu?

 Lambert ve onun çalışma arkadaşları, Amerikan Psikoloji Derneği’nin dergisi olan Psikoloji Bilim’de yayınlanacak iki bilimsel deneyi yapmaya karar verdiler. İlk olarak, bir grup erkek ve kadın denek romantik partnerlerinin iyiliği için dua etti. Diğerleri, yani deney kontrol grubu ise partnerlerini tarif etti; ses kayıt cihazına konuştu. Daha sonra da affediciliğin ölçümünü yaptılar. Bilim adamları, “affetme”yi bir kişi haksızlığa uğradığında onda beliren negatif duyguların azalması olarak tanımladılar. Sonuçlar, partneri için dua edenlerin daha az kin dolu düşünceler ve duygulara sahip olduklarını gösterdi. Affetmeye ve onlarla yaşamlarına devam etmeye hazırdılar.

 Eğer bir tek dua duygularda böylesine çarpıcı bir fark yaratıyorsa, bir ilişki için bir süredir edilen dua ne sonuçlar yaratırdı? Bilim adamları, ikinci yaptıkları çalışmada 4 hafta boyunca yakın arkadaşları için dua eden bir grup erkek ve kadın üzerinde araştırma yaptı. Diğer denek grubu ise sadece ilişkilerini anlattı, ilişkileri hakkında pozitif düşünceler düşündü fakat arkadaşları için dua etmedi. Bilim adamları, araştırmaya farklı bir boyut daha ilave ettiler. Araştırmada, başka insanlar için “özverili ilgi ölçeği” kullanıldı. Bu ölçek; belirli bir kişi için değil, genel olarak diğer insanlar içindi. Bilim adamları; dua etmenin “özverili ilgi”yi arttırdığını, bunun sonucunda da affetmenin artış gösterdiğini ispatladılar.

Bu, keşfettikleri şeydi!  Fakat bu neden böyleydi? Sıradan bir dinî (spritüal) uygulama iyileştirici etkilerini nasıl ortaya koyuyordu? Psikoloji bilim insanları şu kanıya vardılar: Pek çok zaman çiftler birbirlerine itiraflarda bulunurlar ve paylaştıkları hedeflere inanırlar ama zor bir dönem geçirdiklerinde ise intikam ve kızgınlık gibi düşmanca hedeflere sahip olurlar.  Bu düşmanca hedefler, zihinsel odağı benliğe dönüştürür ve bu benliği de ortadan kaldırmak epey zordur. Dua etmek, dikkati öz benlikten diğer insanlara çevirir ve bunun sonucunda da kızgınlıklar teker teker ortadan kalkar.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2010/01/100127134607.htm’den çevrilmiştir.

 


14 Şubat 2021 Pazar

Nörobilimciler Olayların Zamanlamasını Kodlayan Beyin Devresini Tespit Ettiler

 

Keşifler, Hipokampal devrenin hatıraların zaman akışını devam ettirmemize yardımcı olduğunu ileri sürüyor.

Yeni bir olayı deneyimlediğimizde, beynimiz sadece o hatıranın ne olduğunu değil; olayın zaman ve yeri de dâhil olmak üzere içeriğini de kaydeder. ABD, MassachusettsTeknoloji Enstitüsü’nde (MIT’de) yapılan yeni bir araştırma, hatıranın zamanlamasının beyindeki Hipokampus’de nasıl kodlandığına ışık tutuyor, zaman ve mekânın beynimizde ayrı olarak kodlandığını ileri sürüyor!

Fareler üzerindeki çalışmalarda araştırmacılar, onlar labirentin içindeyken ne zaman sol veya sağa döneceklerinin bilgisini depolayan bir Hipokampal devreyi tespit ettiler. Bu devre, bloke olduğunda fareler bir sonraki adımlarında nereye dönmeleri gerektiğini hatırlayamadılar. Fakat o devrenin bozulmasına yol açmak, nerede olduklarına dair olan hatıraya zarar vermedi. Araştırmacılar böylelikle sonuçların, yeni hatıraları oluşturmaya başladığımızda beyindeki farklı popülasyondaki nöronların zaman ve mekân bilgisini kodladığını iddia ettiğini söylüyorlar.

MIT Picower Öğrenme ve Hafıza Enstitüsü’nde araştırmacı bilim adamı ve çalışmanın öncü yazarı olan Chris MacDonald,  “Yeni bir görüş var, o da “Mekân Hücreleri” ve “Zaman Hücreleri” nin bilgiyi Hipokampus’a haritalandırarak hatıraları organize ettikleri görüşü” şeklinde konuştu. Picower Enstitüsü’ndeki RIKEN-MIT Nöral Devre Genetiği Laboratuarı’nda Biyoloji ve Nörobilim Profesörü ve çalışmanın kıdemli yazarı olan Susumu Tonegawa, bu hafta Ulusal Bilimler Akademisi konferansına katıldı.  

Zaman ve Mekân

50 yıl kadar önce bilim adamları beynin Hipokampus bölgesinin belirli mekânların hatıralarını kodlayan nöronları içerdiğini keşfettiler. “Mekân Hücreleri” olarak bilinen bu hücreler, belirli bir hatıranın içeriğinin parçası haline gelen bilgiyi depoluyorlar. Hatıranın ciddi içeriği ise zamanlama. 2011 yılında MacDonald ve Boston Üniversitesi’nde Psikoloji ve Beyin Bilimleri Profesörü olan merhum Howard Eichenbaum, Hipokampus’un “CA1” olarak adlandırılan kısmında zaman kaydını tutan hücreleri keşfettiler.

Araştırmacılar, yaptıkları yeni araştırmada ise beynin diğer hangi bölgelerinin “CA1” zamanlama bilgisini besleyebileceğini araştırmak istediler. Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalar “CA2” olarak adlandırılan, Hipokampus’un yakınındaki kısmın zamanın kaydını tuttuğunu ileri sürüyor. “CA2”, Hipokampus’un üzerinde çok fazla çalışılmamış olan küçük bir bölgesi fakat “CA1” bölgesiyle güçlü bağlantılara sahip olduğu görüldü.

Araştırmacılar,“CA2” ve “CA1” arasındaki bağlantılar üzerinde yaptıkları çalışmada “CA2” bölgesindeki nöronların aktivitelerini kontrol etmek için ışık kullanabilecekleri “tasarlanmış fare modelini” kullandılar. Fareleri labirentin içinde koşarken sırayla sola ve sağa dönerlerse ödül kazanacakları sekiz rakamı-labirentin içinde koşmaları için eğittiler. Fareler her bir deneme arasında 10 saniye kadar koşu bandında koştular ve bu zaman zarfında daha önceki denemelerinde hangi yöne döndüklerini hatırlamak zorundaydılar. Böylelikle, bir sonraki denemelerinde ters yöne dönebileceklerdi. Fareler koşu bandının üzerindeyken araştırmacılar “CA2” aktivitesini durdurdular. Bunun sonucunda da farelerin bir şey yapamadıklarını, daha önceki denemede ne yöne döndüklerini artık hatırlamadıklarını keşfettiler. MacDonald sözlerine şöyle devam etti: “ Hayvanlar normal bir şekilde görevlerini yerine getirdiklerinde “CA1”de bu geçici kodlama evresini işaretleyen hücreler dizisi var. “CA2”yi engellediğinizde (inhibe ettiğinizde) ise “CA1”in geçici kodlaması daha az hassas hale geliyor ve zamanı birbirine karıştırmaya başlıyor. Kısacası istikrarsız hale geliyor, onlarla bağlantı kuruyor ve görevi yerine getirmede başarısız oluyor.”         

Hafıza Devreleri

Araştırmacılar, fareler labirentte koşarlarken  “CA2” nöronlarını uyarmak için ışık kullandıklarında farelerin nerede olduklarını hatırlamalarını sağlayan “CA1” Mekân Hücreleri’nin az bir etkiye sahip olduğunu keşfettiler. MacDonald, sözlerini şöyle tamamladı: “Sonuçlar, mekânsal ve zamanlama bilgisinin tercihen Hipokampus’un farklı kısımlarında kodlandığını ileri sürüyor. Hafızamızda depoladığımız bilgi, çok farklı zaman dilimlerindeki olayların sıralı düzenini muhafaza ediyor ve bunu nasıl yapabildiğimizi de gerçekten çok merak ediyorum!”    

MIT nörobilim adamları, Hipokampus’un “CA2” bölgesindeki “Piramit Hücreler”in kritik zamanlama bilgisini depoladığını da keşfettiler!

Çeviren: Esin Tezer

https://www.lifescience.net/news/3618/neuroscientists-identify-brain-circuit-that-encode/’dan alıntı yapılarak çevrilmiştir.


31 Ocak 2021 Pazar

Beyinlerimiz Bizim Ve Diğer İnsanların İzini Nasıl Sürüyor?

 

Yeni yapılan bir araştırma, beyinlerimizin birbirleriyle düşündüğümüzden daha fazla uyum içinde olduğunu kanıtlıyor…

 

Nature adlı bilim dergisinde 23 Aralık 2020’de yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, beyinlerimiz diğer insanların bizimle nasıl bir ilişki halinde olduğunu işaretlemek için “ortak bir kod” üretiyor. 

Araştırmanın kıdemli yazarı ABD, Kaliforniya Eyaleti’ndeki UCLA’da (Kaliforniya Üniversitesi) The Ruth ve Raymond Stotter Chair Nörocerrahi Bölümü’nde, Jane ve Terry Semel Nörobilim ve İnsan Davranışı Enstitüsü’nde çalışan ve David Geffen Tıp Okulu Nörocerrahi ve Psikiyatri Bölümü’nde Yardımcı Profesör olan Nanthia Suthana; “Beynimizin bir alanın yönünü belirlemede önce kendi kendimize ve daha sonra da diğer insanlarla olan reaksiyonu hakkında araştırmalarda bulunduk. Araştırmamızın sonuçları, beyinlerimizin kendimizi bir başkasının yerine koymamız için “evrensel imzayı” oluşturduğuna işaret ediyor” şeklinde konuştu. Suthana’nın laboratuar çalışmaları, beynin nasıl biçimlendiğini ve hatıraları nasıl anımsadığını da kapsıyor.

Suthana ve çalışma arkadaşları, hastalık nöbetlerini kontrol altına almak için beyinlerine elektrotlar yerleştirilmiş olan epilepsi hastalarını gözlemlediler. Elektrotlar, araç takip cihazı GPS aygıtına çok benzer bir şekilde beynin hafızayla ilişkili merkezi Orta Temporal Lob’a (Medial Temporal Lob) yerleştirilmişti ve navigasyonu düzenlemekteydi.

Suthana’nın araştırma laboratuarı, Ulusal Sağlık Enstitüsü Beyin Girişimi projesinin sağladığı 3,3 milyon $’lık ödülden faydalanarak beyin elektrotlarına kablosuz bir biçimde bağlanan bilgisayarı içeren özel bir sırt çantasını icat etti. Bu icat, Suthana’nın araştırma denekleri üzerinde özgürce çalışmasını sağladı. Suthana, denekler beyin tarama veya kayıt cihazına takılı olmadan onları gözlemleyebiliyordu.

Bu deneyde, her bir hasta sırt çantasını sırtına taktı ve boş bir odayı inceledi. Hastalardan odada gizli bir yer bulmaları ve gelecekteki araştırmalarında orayı hatırlamaları istendi. Onlar yürüdükçe sırt çantası eş zamanlı olarak onların beyin dalgalarını, göz hareketlerini ve yollarını kaydetti.

Katılımcılar odayı keşfettikçe, beyin dalgaları kendine özgü bir modelle aktı. Bu da, her bir kişinin beyninin duvarları ve diğer sınırları farklı bir şekilde planladığını ispatladı. İlginç bir biçimde; hastaların beyin dalgaları da, onlar odanın bir köşesine oturup bir başkasını onların gizli yerlerine doğru ilerlerken izlediklerinde benzer akışı gösterdi. Bulgular, beyinlerimizin ortak paylaşılan çevrede bizim ve diğer insanların izini sürerken aynı modeli ürettiğine işaret ediyor!   

Bu Araştırma Neden Bu Kadar Önemli?

UCLA’nın Henry Samueli Mühendislik Okulu Uygulamalı Bilimler ve Biyomühendislik Bölümü’nün de Yardımcı Profesörü olan Suthana sözlerini şöyle tamamladı: “Her gün uyguladığımız aktiviteler aynı yerde diğer insanların arasında sık sık yön belirlememizi gerektiriyor. Kendinizin kalabalık olan park yerinde park yeri ararken veya dans alanında birine çarpmamak için en kısa havaalanı güvenlik sırasını seçtiğini düşünün.”

UCLA ekibinin bir başka keşfi de, beyinlerimizin bir yeri nasıl planladığını dikkatimizi verdiğimiz şeyin etkileyebileceği oldu. Örneğin, hastaların beyin dalgaları gizli yeri araştırırken veya bir diğer kişiyi o yere doğru ilerlerken gördüklerinde odayı keşfettikleri zamandakinden daha güçlü aktı. 

Suthana’nın laboratuarında çalışan araştırmanın tezinin ilk yazarı, doktora sonrası bilim insanı Matthias Stangl şunları söyledi: "Araştırma sonuçları, belirli zihin hallerinde bu beyin dalgaları modellerinin bizlere sınırları fark ettirebileceği görüşünü destekliyor. Bu durum, insanlar bir hedefi gerçekleştirmek istediklerinde de geçerli."

Laboratuar dışında da dâhil olmak üzere gelecekte yapılacak olan çalışmalar, insanların beyin modellerinin daha karmaşık sosyal durumlarda nasıl reaksiyon gösterdiğini de araştıracak. UCLA ekibi, beyin ve beyin hastalıklarıyla ilgili keşiflerin hızlanması için araştırmada kullanılan sırt çantasını diğer araştırmacıların kullanımına sundu.

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2020/12/201223125757.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

 


20 Ocak 2021 Çarşamba

Bizi “İnsan” Yapan Beynimizdeki DNA Bölgeleri

 

İnsan ve şempanzenin protein-kodlama genomları sadece %1 farklılıkla hayret verici bir şekilde birbirine benziyor… Bizi “İnsan” yapan biyolojik özellikleri anlamak şaşırtıcı bir durum ve son zamanlardaki araştırmanın sıkça tartışılan kısmını oluşturuyor.  İsviçre Biyoinformatik Enstitüsü’ndeki (SIB) ve Lozan Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, yeni bir yaklaşımla ilk kez beyindeki genlerin düzenlenme şekline göre uyarlanabilir insana-özgü değişimlerinin yerini tam olarak tespit ettiler. Bu sonuçlar; insan evriminin üzerinde çalışmada, gelişimsel biyoloji ve nörobilimde yeni perspektifleri sunabilir. Araştırmanın tezi Science Advances adlı dergide yayınlandı.  

Gen İfadesi, Gen Dizilimi Değil!

Araştırmacılar, insanı kuyruksuz maymun akrabalarından neyin farklı kıldığını açıklamak için uzun zamandır anahtar rolün DNA diziliminden değil, genlerin düzenlenmesinden (ne zaman ve nasıl şiddetle gen ifade ediliyor) kaynaklandığını iddia ediyorlardı. “Gen Karartıcı (Gene Dimmer)” olarak hareket eden düzenleyici elementlerin ve pozitif (olumlu) seçilen genlerin tam olarak yerini tespit etmek,  araştırmacıları bozguna uğratan bir meydan okumaydı!    

SIB’nin Grup Lideri ve tezin yardımcı yazarı Marc Robinson-Rechavi şöyle dedi: "Bu gibi baştan çıkaran sorulara yanıt verebilmek için, bir kişinin “Pozitif Seçim” olarak adlandırılan genomdaki kısımları tanımlaması gerekiyor. Yanıt, evrimsel soruları irdelemeye ve bilhassa genlerin nasıl fonksiyon gösterdiğini mekanik bir biçimde anlatan biyomedikal araştırmamıza yardımcı olabilir."

İnsan Beynindeki Düzenleme Elementlerinin Büyük Bir Miktarı Pozitif Seçildi

SIB’deki ve Lozan Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan evrimi yoluyla seçilen büyük miktardaki gen düzenleyici bölgeleri belirleyen yeni bir metodu geliştirdiler. Doktora sonrası araştırmacısı ve araştırmanın tezinin başyazarı olan Jialin Liu şunları söyledi: "İlk kez insan beyninin mide veya kalbe nazaran daha yüksek seviyede pozitif seçimi deneyimlediğini kanıtladık. Bu heyecan verici, çünkü artık bilişsel yeteneklere katkıda bulunan genomik bölgeleri tanımlayabiliyoruz!"

Robinson-Rechavi ise Liu’nun sözlerini şöyle tamamladı: “Bunu doğrulamak için de iki araştırmacı yapay zekâyla öğrenme modellerini deneysel veriyle birleştirdi, gen düzenlenmesinde farklı dokulardaki düzenlenme dizilimleriyle proteinlerin ne kadar güçlü bir biçimde ilişkili olduğunu deneyle ispatladı. Daha sonra da araştırmacılar bizlere insan, şempanze ve goril arasındaki evrimsel karşılaştırmaları gösterdi. Şimdi insan beynindeki gen ifadesini kontrol eden pozitif seçilmiş bölgeleri biliyoruz. Ve kontrol eden genler hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, bilişim ve evrim hakkındaki anlayışımız da o kadar fazlalaşır ve kavrama gücümüz artar.”

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2020/12/201216085039.htm’den  alıntı yapılarak çevrilmiştir.