Bilim ve Din

Bilim ve Din

9 Aralık 2025 Salı

Bilim İnsanları, Beynin Hafıza Merkezindeki Gizli Katmanları Keşfetti


 Hipokampüste yeni keşfedilen dört katmanlı bir plan, bilim insanlarının hafıza ve nörolojik hastalıklara ilişkin anlayışlarını değiştiriyor…

Bilim insanları, beynin hafıza, yön bulma ve duygu merkezlerinden biri olan hipokampal CA1 bölgesinin içinde gizlenmiş şaşırtıcı dört katmanlı bir yapıyı keşfettiler. Gelişmiş RNA görüntüleme teknikleri kullanan ekip, on binlerce nörondan 330.000'den fazla genetik sinyali haritalayarak, hipokampüs boyunca uzanan net ve değişken hücre tipi bantlarını meydana çıkardı. Bu katmanlı organizasyon, CA1'in farklı bölümlerinin neden farklı davranışları desteklediğini ve Alzheimer hastalığı ve epilepsi gibi hastalıklarda bazı nöronların neden daha kolay parçalandığını açıklamaya yardımcı olabilir.

Amerika Birleşik Devletleri, USC Keck Tıp Fakültesi'ndeki Mark ve Mary Stevens Nörogörüntüleme ve Bilişim Enstitüsü'ndeki (Stevens INI) araştırmacılar; beynin öğrenme ve hafıza için önemli bölgelerinden birinde daha önce hiç fark edilmemiş bir organizasyonel örüntüyü (Örüntü: Belli bir kurala göre devam eden sayı ya da şekil dizisi) ortaya çıkardılar. Nature Communications (6 Aralık 2025) dergisinde bildirilen bulgulara göre, bir farenin hipokampüsünün CA1 bölümü dört ayrı özel hücre tipi katmanından oluşuyor. Hipokampüs; hafıza oluşturmada, mekansal navigasyonu yönlendirmede ve duyguları etkilemede önemli bir rol oynuyor ve bu katmanların keşfi, bilginin beynin bu bölümünde nasıl hareket ettiğine dair yeni bilgiler sağlıyor. Ayrıca, bazı hücre tiplerinin Alzheimer hastalığı ve epilepsi gibi durumlarda neden özellikle savunmasız olduğuna dair ipuçlarını da sunuyor.

Çalışmanın kıdemli yazarı ve Fizyoloji, Sinirbilim ve Biyomedikal Mühendisliği Yardımcı Doçenti Dr. Michael S. Bienkowski, konuyla ilgili şunları söyledi: "Araştırmacılar uzun zamandır hipokampüsün CA1 bölgesinin farklı kısımlarının öğrenme ve hafızanın farklı yönlerini yönettiğinden şüpheleniyorlardı, ancak altta yatan hücrelerin nasıl düzenlendiği net değildi" dedi. Bienkowski, sözlerini şöyle tamamladı: “Çalışmamız, CA1 nöronlarının, her biri benzersiz bir moleküler imzayla tanımlanan farklı bir nöron tipini temsil eden dört ince, kesintisiz bant halinde düzenlendiğini gösteriyor. Bu katmanlar sabit değil; bunun yerine, hipokampüs boyunca ince bir şekilde kayıyor ve kalınlıkları değişiyor. Bu kayma örüntüsü, CA1'in her bir bölümünün kendi nöron tipi karışımını içerdiği anlamına geliyor ve bu da farklı bölgelerin neden farklı davranışları desteklediğini açıklıyor. Bu aynı zamanda, Alzheimer hastalığı ve epilepsi gibi durumlarda belirli CA1 nöronlarının neden daha savunmasız olduğunu da açıklayabilir: Bir hastalık belirli bir katmanın hücre tipini hedef alıyorsa, etkiler CA1'de o katmanın hangi hücre tipini en belirgin olarak etkilediğine bağlı olarak değişecektir.”

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/12/251206030752.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

 

5 Kasım 2025 Çarşamba

Yürüyüş Yapmak Beynin Alzheimer Hastalığına Karşı En İyi Savunması Olabilir

Yeni yapılan bir araştırmaya göre, günlük rutininize biraz daha adım sayısı eklemek bile Alzheimer hastalığına karşı savunmasız olanlar için dahi hastalığın gelişimini geciktirebilir. Nature Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışmaya göre, Harvard Üniversitesi’nin sağlık araştırma sistemi olan Mass General Brigham’daki bilim insanları Alzheimer hastalığıyla bağlantılı olan amiloid-beta adlı proteinin yüksek seviyelerine sahip yaşlı yetişkinlerde fiziksel aktivitenin onların bilişsel zayıflamalarını azalttığını keşfetti.

Günde ortalama 3,000 ila 5,000 adım atan insanlarda bilişsel zayıflama 3 yıl gecikti. 5,000 ila 7,500 adım atan insanlarda ise bu gecikme 7 yıla kadar uzadı. Aksine, yürüyüş yapmayan katılımcılarda ise Alzheimer hastalığının gelişimiyle ilişkili olan beyindeki tau proteinleri daha hızlı birikti. Bu da onların düşünme yeteneklerinde ve beyinlerinin günlük fonksiyonlarında hızlı düşüşe sebep oldu.  Araştırmanın kıdemli yazarı olan, Mass General Brigham Nöroloji Departmanı’nda görev yapan Dr. Jasmeer Chhatwal konuyla ilgili şöyle konuştu: "Bu araştırma, Alzheimer hastalığına sahip olan fakat diğer hastalar gibi hızlı bir şekilde bilişsel düşüşe sahip olmayan insanların neden öyle olduğuna açıklık getirdi. Araştırma; eğer erken harekete geçersek, yaşam stili faktörlerinin Alzheimer hastalığının erken evrelerinin bilişsel belirtilerinin ortaya çıkmasını yavaşlatmada etkisinin olduğunu ispatlamış oldu."

Çeviren: Esin Tezer

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/11/251104013008.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

20 Ekim 2025 Pazartesi

Bilim İnsanları İnsan Beyninin En Güçlü Olduğu O Şaşırtıcı Yaşı Ortaya Çıkardı

 


Avustralya’daki bilim insanları, insan beyninin en yüksek zihinsel performansa 55-60 yaş aralığında ulaştığını meydana çıkardı! (16 Ekim 2025)  

Avustralya’daki Batı Avustralya Üniversitesi’nde Psikoloji Profesörü ve bu araştırmanın yazarı olan Gilles Gignac konuyla ilgili şunları söyledi: “Pek çoğumuz için beynimizin en yüksek genel psikolojik bilişsel performansı 55-60 yaş aralığında görülüyor.”  

Gignac ve ekibi, daha önceki araştırmalarının değerlendirmesinde detaylı olarak hazırlanmış yaşa bağlı 16 farklı bilişsel performans ve kişiliği belirledi.

Bilim insanları; mantıksal düşünme, hafıza, bilgi birikimi ve işlem hızının yanı sıra duygusal zekâ gibi 16 farklı psikolojik boyutu ele aldı. Bunlar arasında “Büyük Beşli” olarak bilinen kişilik özellikleri de yer alıyor. Bunlar dışa dönüklülük, duygusal istikrar, vicdanlılık, deneyime açıklık ve uyumluluk.   

Profesör Gignac konuşmasına şöyle devam etti: 'En yüksek zihinsel fonksiyon 55 ile 60 yaş aralığında oluşuyor. 65 yaştan itibaren ise bu azalmaya başlıyor.”

Araştırmanın uzmanlarına göre, vicdanlılık 65 yaşında doruk noktasına ulaşıyor.  

Gignac, araştırmayı şu sözlerle özetledi: “Orta yaş bir gerileme devresi değildir, insan zihninin psikolojik olarak olgunluk ve mantığa dayalı roller açısından eriştiği zirve noktasıdır.”

https://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-15197463/Scientists-reveal-age-brain-reaches-peak.html’ den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren Esin Tezer


29 Eylül 2025 Pazartesi

Beyninize Şükrettiği İçin Teşekkür Edin

 


Beyninize Şükrettiği İçin Teşekkür Edin

Nörobilim dergisinde (JNeurosci) yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, şükür duygularını tetikleyen bir beyin ağının gizemi çözüldü. Çalışma, gelecekte bu “temel yapılar”ın sosyal bilgiyi karmaşık duygulara nasıl dönüştürdüğünü araştırmaya teşvik edebilir.

Yabancılardan gıda, barınma ve kıyafet kabul eden soykırımdan kurtulanlar olarak kendilerini hayal eden katılımcılarla yakın zamanda yapılan bir nöroimajlama araştırması; şükür duymayla ilişkili beyin bölgelerinin Medial Prefrontal Korteks ve Ön Singulat Korteks olduğunu belirledi. Bununla birlikte, bu beyin kısımlarının böyle bir yardımseverliği nasıl şükre çevirdiği hala bilinmemektedir.

Klinik Araştırmacı Xiaolin Zhou ve çalışma arkadaşları, bu soruya sosyal etkileşimli bir oyunu katılımcılara oynatarak cevap aradılar. Oyunda, katılımcının ağrı dürtüsünü önlemek için arkadaşı onun için farklı miktarlardaki parayı ödeyip ödememesi hakkında karar veriyordu. Araştırmacılar, arkadaş maliyetli aktive olmuş beyin bölgelerinin ödül sunumuyla ilişkili bölgelerde ağrı azalımı seviyelerini oluşturmaya kodlanmış olduklarını keşfettiler.

 Bağlantı analizleri, bu bölgelerin şükür duygularını izleyen Ön Singulat Korteks’e bilgi verdiklerini gözler önüne serdi. Zhou ve çalışma arkadaşlarının bulguları, şükrün Ön Singulat Korteks’teki ilişkili sosyal bilgiden meydana gelebileceğine işaret ediyor.

https://www.sciencedaily.com/releases/20tt18/05/180507134649.htm’den çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

5 Eylül 2025 Cuma

Ölüm Esnasında Hatırlanan Deneyimler Bir Halüsinasyondan Daha Fazlası mı?

 

New York Üniversitesi Grossman Tıp Okulu’nun Yoğun Bakım ve Hayata Döndürme Merkezi’nin Direktörü olan Dr. Sam Parnia tarafından yönetilen ulusal ve uluslararası liderlerden oluşan çok branşlı bir ekip, “Ölüm Hakkındaki Araştırmanın Kılavuz İlkeleri, Standartları ve Ölümün Hatırlanmış Deneyimleri” adlı fikir birliği açıklamasını yayınladı. Ekip ayrıca New York Bilimler Akademisi’nin bir yıl içerisinde gerçekleşen olaylarının kayıtlarında önerilen gelecek gidişatını da yayınladı.    

Araştırmadaki araştırmacılar Nörobilim, Yoğun Bakım, Psikiyatri, Psikoloji, Sosyal Bilimler ve İnsanoğlu da dâhil pek çok tıp bilim dalını temsil ediyorlar. Ayrıca araştırmacılar Harvard Üniversitesi, Baylor Üniversitesi, Kaliforniya Riverside Üniversitesi, Virginia Üniversitesi, Virginia Commonwealth Üniversitesi, Wisconsin Tıp Okulu ve Southhampton Üniversitesi, London Üniversitesi de dâhil dünyanın pek çok saygı duyulan akademik kuruluşlarını da temsil ediyorlar.

Araştırmanın Sonuçları:

1.Hayata Döndürülme ve Yoğun Bakım Tıbbındaki gelişmeler sayesinde pek çok insan ölüm esnası ve ölüme yakın deneyimlerinde hayatta kaldı. Yakın zamanda yapılan nüfus çalışmalarına dayanarak tahmini olarak dünya üzerindeki yüz milyonlarca insanı kapsayan bu insanlar, tutarlı şekilde evrensel temalarla özgün zihinsel hatıralarını içeren ölüm esnasında hatırlanmış deneyimlerini tarif ettiler.

2.Ölüm esnasında hatırlanan deneyimler, yakın zamanda yayınlanan birçok araştırmaya göre halüsinasyonlar, illüzyonlar veya hayal gördüren ilaçlarla bağlantılı olan deneyimler değildiler. Bunun yerine, belirli anlatımı içeren algılamaya sahiptiler:

A. Vücut yükselmiş, yüce bir bilinç algısıyla bedenden ayrılır ve bu “Ölüm” kabul edilir. B.  Bir varış noktasına seyahat edilir. C. Başkalarına karşı olan tüm eylemleri, maksatları ve düşünceleri de kapsayan anlamlı ve amaç dolu yaşamı gözden geçirme meydana gelir. “Ev” gibi hissettiğin bir yerde bulunma algısı olur ve E. Hayata geri dönüş gerçekleşir.

3.Ölüm deneyimi, yakın zamanda tanımlanmamış, ayrı alt temaları zirveye çıkartmaktadır ve pozitif uzun-vadeli psikolojik dönüşüm ve büyümeyle ilişkilidir.

4. Ölümle ilgili EEG’deki yükselmiş bilinç seviyelerinin sıradan bir işareti olan Gama aktivitesinin ve elektriksel artışların ortaya çıktığını ispatlayan araştırmalar, parlak ışığı gördüğünü ve yükselmiş bilinci deneyimlediğini bildiren milyonlarca insanın iddiasını desteklemektedir.

5.Ölümle ilgili korku verici veya üzücü deneyimler; çoğu kez ne aynı temaları ne de aynı anlatımları, ölümün üstün özelliklerini, kelimelerle anlatılamamasını ve pozitif dönüştürücü etkilerini paylaşıyorlar!

Araştırmanın önde gelen yazarı Parnia sözlerine şöyle devam etti: "Ani Kalp Durması (Kardiyak Arest)” bir kalp krizi değildir, fakat bir hastalığın veya kişinin ölmesine yol açacak bir olayın son safhasını belirtir. Kalp ve ciğerlere ait (Kardiyopulmoner) Yoğun Bakım (CPR)’ın olması bize ölümün nihai gerçeklik hali değil, bunun yerine bazı insanlarda başladıktan sonra bile tersine dönme potansiyeline sahip bir süreç olduğunu ispatladı. Ölümün bilimsel çalışmasını kolaylaştıran şey de, kalp durduktan sonra dakikalar içindeki oksijen yoksunluğunda bile beyin hücrelerinin değiştirilemez bir şekilde zarar görmemesiydi. Bunun yerine, bu hücrelerin saatler içinde ölmeleriydi. Bu da bilim insanlarının ölümle ilgili olan fizyolojik ve zihinsel olayları objektif şekilde çalışmalarına olanak tanıdı.”      

Parnia sözlerini şöyle tamamladı: "Az miktarda yapılan araştırma, objektif ve bilimsel bir şekilde öldüğümüz zaman ne yaşandığını keşfetti. Bu bulgular, insanlarda bilincin nasıl var olduğu ve ileride bunun hakkında araştırma yapılması için ilgi çekici iç görüleri sunabilirler".

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/04/220407100956.htm’den  alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer 

 


7 Ağustos 2025 Perşembe

Daha Hızlı Yürüyün, Daha Uzun Yaşayın: Günde 15 Dakika Yürüyüş Bile Ömrünüzü Nasıl Uzatıyor?

 

Düzenli yürüyüş yapmanın vücut sağlığı ve iyiliği için önemli yararlara sahip olduğu son derece iyi bilinmektedir. Bu konuyla ilgili yakın zamanda yapılan bir araştırma, öncelikli olarak orta ve yüksek gelirli beyaz nüfusa odaklandı. Elsevier Yayınevi tarafından Amerikan Önleyici Tıp Dergisi (American Journal of Preventive Medicine) için yayınlanan yeni bir araştırma, (29 Temmuz 2025) hızlı bir şekilde yapılan yürüyüşün sağlığı arttırmak için etkili fiziksel bir aktivite olduğunun önemini vurguluyor. 

Amerika’daki Vanderbilt Üniversitesi Tıp Okulu Epidemiyoloji (Hastalık Oluşum İncelemesi) Bölümü, Vanderbilt Epidemiyoloji Merkezi ve Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi Vanderbilt-Ingram Kanser Merkezi’nde Baş Araştırmacı olan Dr. Wei Zheng, konuyla ilgili şunları söyledi: "Her gün yürümenin sağlığa olan faydaları bilinmekle beraber yürüme hızının ölüm oranını nasıl etkilediği, düşük gelirli ve siyahi Amerikalı nüfusundaki etkileri hakkında sınırlı bir araştırma vardı. Araştırmamız, günde 15 dakika yapılan hızlı yürüyüşün bile ölüm oranını neredeyse yüzde 20 azalttığını gösterdi! Günde üç saatten fazla yapılan yavaş yürüyüşte ise ölüm oranı daha az düşüşteydi. Bu fayda, diğer yaşam stili faktörleri ve çeşitli hassas analizler hesaba katıldığında bile güçlüydü.”

Hızlı yürümenin koruyucu etkisi tüm ölüm nedenlerini kapsıyordu fakat bu durum en fazla kardiyovasküler hastalıklar için bildirildi. Daha da önemlisi, hızlı yürümenin faydaları tüm serbest zamanda yapılan fiziksel aktivite seviyelerinden de (LTPA) bağımsızdı. Zaten yavaş yürüyen veya bazı fiziksel aktiviteleri yapanlarda bile daha hızlı yürümek ölüm oranını düşürdü.

Hızlı yürümenin faydaları üzerine yapılan araştırmanın kardiyovasküler sağlıkla ilgili olan yararları şunlardır:

1.Kalp Sağlığının Verimliliğini Arttırır: Hızlı yürüme; aerobik bir egzersiz olarak kardiyak çıkışını (kardiyak debisini) geliştirir, oksijen sevkiyatını arttırır ve tüm kardiyovasküler sağlığın daha iyi olmasına öncülük ederek kalbin pompalama hareketinin etkinliğini arttırır.

2.Kardiyovasküler Riski Faktörlerini İdare Eder: Düzenli hızlı yürüme; vücut ağırlığını ve bileşimini kontrol etmeye yardımcı olur, aşırı şişmanlığı ve yüksek tansiyon (hipertansiyon), kanda aşırı oranda yağ bulunması (dislipidemi) gibi riskleri azaltır.

3.Kolaylıkla Ulaşılabilen: Hızlı yürüme, tüm yaşlardaki ve formda olan insanlar için uygun, düşük tempolu bir aktivitedir.

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/07/250729001211.htm ‘den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

 

8 Temmuz 2025 Salı

Beyninizin Dopamin Saati: Beyniniz, Kendinizi Ne Zaman İyi Hissedeceğinizi Nasıl Tahmin Ediyor?

 

“Ön Tavan Bölgesi (VTA)” diye bilinen beynin küçük bir bölgesi, beynimizin ödülleri nasıl işlemden geçirdiği hakkında anahtar rol oynuyor. Beynin bu bölgesi, bağlamsal ipuçlarına dayanan gelecekteki mükâfatları tahmin etmeye yardımcı bir nörodüzenleyici olan Dopamin hormonunu salgılıyor. Cenevre Üniversitesi, Harvard Üniversitesi ve McGill Üniversitesi’nden bir ekip, VTA’nın bu konuda daha da ileri gittiğini kanıtladı: VTA, öngörülen mükâfatı kodlamakla kalmıyor, beklenen ânı da kodluyor! Bu keşif, yapay zekâyı nörobilimle birleştiren değere sahip makineyle öğrenen bir algoritma tarafından gerçekleştirildi. Çalışma, Nature dergisinde 9 Haziran 2025 tarihinde yayınlandı.

Beynin Ön Tavan Bölgesi (VTA), motivasyon ve beynin mükâfat devresinde anahtar rolü oynuyor. Dopamin’in ana kaynağı olan bu küçük nöron kümesi, bu nörodüzenleyici Dopamin hormonunu diğer beyin bölgelerine pozitif yanıt veren bir uyarıcıyla harekete geçirip gönderiyor.        

Cenevre Üniversitesi Tıp Fakültesi Temel Nörobilimler Bölümü’nde Profesör olan Alexandre Pouget konuyla ilgili şunları söyledi: "Başlangıçta VTA beynin mükâfat merkezi olarak düşünülmekteydi. Fakat 1990’lı yıllarda, bilim insanları VTA’nın mükâfatı kodlamakla kalmayıp, tahmin de ettiğini keşfettiler!”

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bir mükâfat ışık sinyalini takip ettiğinde, örneğin, VTA’nın mükâfat ânında değil de sinyal ortaya çıktığında Dopamin hormonunu salgıladığını ispatladı. Bu yanıt böylece mükâfatın tahminini mükâfatın kendisine bağlı olarak değil, sinyale bağlı olarak kodluyor.

Çok Daha Karmaşık Bir Fonksiyon

Alexandre Pouget'nin ekibinin Harvard Üniversitesi’nden Naoshige Uchida ve McGill Üniversitesi’nden Paul Masset’le birlikte yakın zamanda yaptığı ortak bir çalışma, VTA’nın kodlamasının daha önce düşünüldüğünden daha da karmaşık ve gelişmiş olduğunu gösterdi. Araştırmayı yürüten Cenevre Üniversitesi’nden olan araştırmacı "Gelecekteki mükâfatların ağırlıklı toplamını tahmin etmektense, VTA onların temporal gelişimini tahmin ediyor. Bir başka deyişle, her bir kazanım tek başına tam beklenen anda temsil ediliyor” şeklinde sözlerini tamamladı.

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/06/250609054401.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

 

 

 

 

 


12 Haziran 2025 Perşembe

Bilim İnsanları Size Hâlâ Aç Olduğunuzu Düşündüren Beyin Aksaklığını Keşfettiler

 

Bilim insanları; sadece hangi yiyecek yendiğini değil, ne zaman yendiğini de kodlayan, öğünlerin hatıralarını oluşturan belirli bir beyin hücresi grubunu keşfettiler.

Bugün (11 Haziran 2025) Nature Communications dergisinde yayınlanan bulgular, hafıza problemleri yaşayan insanların çoğu kez neden daha fazla yemek yediğini ve yakın zamanda kaçırılan bir öğünün açlığı nasıl aşırı tetikleyebileceğini ve neden yemek yeme bozukluğuna yönlendirebileceğini açıklıyor.

Yemek yeme esnasında beynin Ön Hipokampüs bölgesindeki nöronlar aktif hale geliyorlar ve araştırma ekibinin “Öğün Belleği” adını verdiği gıda tüketimi deneyiminin bilgisini saklayan özel hafıza izlerini oluşturuyorlar. Bilim insanları, deneyim izlerinin hatıraları saklamadaki rolü ve beyindeki diğer deneyimleri üzerinde uzun zamandır çalışmalar yapıyorlardı. Yeni yapılan çalışma, öğün deneyimlerine özel deneyim izlerini tanımladı.

Çalışmanın ilgili yazarı, Güney Kaliforniya Üniversitesi (USC) Dornsife Edebiyat, Sanat ve Bilim Koleji’nde Biyolojik Bilimler Profesörü olan Scott Kanoski, konuyla ilgili şunları söyledi: ”Deneyim izi, beyinde kalan fiziksel bir izdir. Öğün deneyim izleri; nerede yemek yediğiniz, hangi saatte yemek yediğiniz gibi çoklu bilgiyi saklayan karmaşık biyolojik veri tabanı gibidirler."

Öğün Hatıralarının Mekanizması

Çalışma, öğün hatıra nöronlarının uzun zamandır açlık ve yemek yeme davranışını kontrol ettiği bilinen beyin bölgesi olan Lateral Hipotalamus’la bağlantı kurduğunu gözler önüne serdi. Bu Hipokampüs- Hipotalamus bağlantısı bloke olduğu zaman, laboratuvar fareleri aşırı yemek yediler ve öğünlerin nerede tüketildiğini hatırlayamadılar.

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/06/250611084115.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

 

 

 

 

27 Mayıs 2025 Salı

Kalbin Kendi Beyni Var

 

İsveç’teki Karolinska Enstitüsü ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Columbia Üniversitesi tarafından yürütülen yeni araştırma, kalbin mini bir beyninin olduğunu gösterdi; kalbin atışını kontrol eden kendi sinir sistemi var. Zannedilenden çok daha değişik ve karmaşık olan bu sistemin daha iyi anlaşılması, kalp hastalıklarında yeni tedavilere yol açabilir. Zebra balıkları üzerinde yürütülen çalışma, Nature Communications dergisinde yayınlandı.

Kalbin uzunca bir süredir sadece beyinden gelen sinyalleri ileten otonom sinir sistemince kontrol edildiği düşünülmüştü. Kalbin kalp duvarının dış katmanlarında gömülü sinir ağının ise beyinden gelen sinyalleri aktaran basit bir yapı olduğu düşünülüyordu. Fakat son araştırmalar, kalbin bundan daha gelişmiş bir işlevi olduğunu akla getiriyor.

Kalp atışının kontrolü

Bilim insanları artık kalbin, ritmini kontrol yönünden çok önemli olan kendine ait karmaşık bir sinir sistemi olduğunu keşfetti.

İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nün Sinirbilim Bölümü’nde çalışan ve çalışmaya önderlik eden baş araştırmacı ve Doçent Konstantinos Ampatzis konuyla ilgili şunları söyledi: “Bu ‘küçük beynin’, kalp atışını sürdürme ve kontrol etmede kilit bir rolü var. Beynin hareket ve nefes alma gibi ritmik fonksiyonları düzenlemesi gibi o da kalp atışını düzenliyor.”

Araştırmacılar, kalpte farklı işlevlere sahip birkaç nöron tipi belirlediler. Bunlar arasında kalp hızını ayarlama özellikleri bulunan ufak bir nöron grubu da yer alıyor. Klinik sonuçlar doğurabilecek bulgular, kalp atışının nasıl kontrol edildiğine dair mevcut görüşe meydan okudu.

İnsan kalbine benziyor

Ampatzis,“Kalbin içerisindeki sinir sisteminin ne kadar karmaşık olduğunu gördüğümüzde şaşırmıştık” dedi. “Bu sistemin daha iyi anlaşılması, kalp hastalıklarına dair yeni fikirler edinmemize yol açabilir ve düzensiz kalp atışı gibi hastalıklar bakımından yeni tedavilerin geliştirilmesine yardımcı olabilir.”

Çalışma, insanların kalp atış hızı ve genel kalp fonksiyonuyla güçlü benzerlikler sergileyen bir hayvan modeli olan zebra balığı üzerinde yürütüldü. Araştırmacılar kalp içerisindeki nöronların bileşimini, düzenlenişini ve işlevini tek hücreli RNA dizileme, anatomik çalışmalar ve elektrofizyolojik yöntemler gibi farklı metotları birleştirerek ortaya çıkardılar.

Yeni terapi hedefleri

Ampatzis sözlerini şöyle tamamladı: “Şimdi kalbin beyninin gerçek beyinle etkileşime girerek egzersiz, stres veya hastalık gibi farklı koşullar altında kalp fonksiyonlarını nasıl düzenlediğini araştırmaya devam edeceğiz. Kalbin sinir ağında meydana gelen bozulmaların, farklı kalp bozukluklarına nasıl katkı yaptığını inceleyerek yeni terapi hedefleri belirlemeyi amaçlıyoruz.”

Çalışma, ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde çalışan araştırmacılarla yakın işbirliği içerisinde yürütüldü ve diğer kurumların yanısıra Dr. Margaretha Nilsson Vakfı, Erik ve Edith Fernström Vakfı, StratNeuro ile Karolinska Enstitüsü tarafından fonlandı. Bildirilen bir çıkar çatışması bulunmuyor.

https://www.sciencedaily.com/releases/2024/12/241204114304.htm’den  çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Namaz’daki (Sâlât’taki) Secde Hâli ve Topraklamanın Faydaları

 

Müslümanlar günde 5 defa namaz kıldıkları zaman, secde ve teslimiyet hâlinde her şeyin TEK Hâkimi ve Yaratıcısı önünde başlarını yere koyarlar. Bu pozisyonda Müslümanlar alın, burun, ellerin avuç içleri, dizler ve ayak başparmakları direkt olarak yere değerek 3 defa şöyle fısıldarlar: “Subhâne Rabbiyel Â’lâ (Subhansın el Â’lâ Rabbimiz)”.

Sağlık hizmeti savunucuları ve bilim insanları; bu Müslüman namazının secde hâlindeki, bilhassa dışarıdayken yerde namazı kıldığınız zamanki topraklama etkisinin şaşırtıcı sağlık faydalarını keşfettiler.     

Dünya üzerinde topraklama; çıplak ayakla dolaşmak veya dışarıda çimen üzerinde oturmak veya Dünyayla direkt bağlantıda olmayı içerir. Bu hareketlerin bazıları da namazın bir parçasıdır.

Kardiyolog, Psikoterapist, Beslenme ve Yaşlanma Uzmanı olan Dr. Stephen Sinatra, topraklamanın sağlık üzerindeki pozitif etkileri üzerine çok araştırma yaptı.

Dünya, elektriksel bir gezegendir ve vücutlarımız biyoelektriksel varlıklardır. Dünyayla fiziksel olarak temas halinde olduğumuzda, vücudumuzdaki hücrelerimize zarar veren pozitif yüklü serbest radikalleri etkisiz hale getirmeye yardımcı olan Dünya yüzeyindeki elektronları emeriz. Vücuttaki serbest radikallerin zarar verici aktivitesi, pek çok hastalıkla ve hızlandırılmış yaşlanmayla ilişkilidir.  

Topraklama; iltihap, ağrı, endişe ve stresi azaltır.

Dr. Sinatra’ya göre, “Topraklama; fizyoloji ve organlarınızı yöneten biyoelektriksel devreyi onarabilir ve dengede tutabilir, temel biyolojik ritimlerinizi uyumlu hale getirebilir, kendi kendini tedavi eden mekanizmaları destekleyebilir, iltihap ve ağrıyı azaltabilir, uykunuzu ve sakinlik hissinizi geliştirebilir.”

Dr. Sinatra, topraklamanın kanın kalınlaşması ve toplanması üzerine olan etkileri hakkında da bir araştırma yaptı. Dr. Sinatra’nın çalışmaları; topraklamanın kanı inceltme, kan hücrelerinin toplanmasını azaltma, kalp krizi ve felç riskini azaltan kan akışını geliştirme konusunda etkili beceriye sahip olduğunu da keşfetti. 

Dr. Andrew Weil de topraklamanın sağlık faydaları hakkında yorumda bulundu. Dr. Weil şunları yazdı, “Çok miktardaki küçük araştırma; topraklama yapan araştırma katılımcılarının topraklama yapmayan araştırma katılımcılarına nazaran daha iyi uyku, daha az ağrı, azalmış stres ve gerginlik, daha iyi bağışıklık fonksiyonu gibi genel sağlık faydalarına sahip olduklarını ispatladı.”

Bu alanda yapılan araştırma umut vericidir.

Günde 5 defa namaz kılan Müslümanlar ise, araştırma yapın veya yapmayın, zaten namazlarında secdenin sakinleştirici, rahatlatıcı ve yatıştırıcı etkilerini deneyimliyorlardır.

Topraklama üzerine yapılacak daha fazla araştırmanın sonucundan yarar görmek için evimizin arkasındaki arka bahçe, park veya arazi gibi olan dış mekânlarda daha sık namaz kılmaya gayret etmeliyiz.  

Çeviren: Esin Tezer

https://www.saudigazette.com.sa/article/156338’den çevrilmiştir.

 

9 Nisan 2025 Çarşamba

Kâbe’nin Etrafında Yapılan Tavafın Bilimsel Mucizesi

 


Hac veya Umre için giden bir Müslüman, Kâbe etrafında 7 kez dolaşmalıdır. Buna “Tavaf” adı verilir. Tavaf, 7 kez Hacerül Esved taşından başlar ve Hacerül Esved’de sona erer.

Dikkate alınmalıdır ki, bu tur evrenle aynı döngü içerisinde, saat yönünün tam tersinde (yani soldan sağa doğru) gerçekleşir. Aslına bakılırsa elektron; kendi etrafında döner, daha sonra da saat yönünün tam tersi olan Tavaf’ın aynı yönündeki atom çekirdeğinin etrafında döner. Tüm sıvıların içindeki atomlar bile aynı yönde hareket ederler.

Tüm canlı hücreler de içeride dairesel hareketle hareket ederler. Güneş ve Ay’ın etrafında dönen Protoplazma dünya etrafında dünyayla aynı yönde dairesel olarak hareket eder. Galaksinin merkezinde ve daha sonra da Galaktik halkanın merkezinde, evrenin merkezinde dönen tüm Güneş Sistemi ve Dünya Allah’ın inayetiyle saat yönünün tersinde döner.

Yumurta rahmin dibine doğru giderken Yumurta Kanalı’ndan (“Fallop Tüpü” diye adlandırılır) çıkarken spermle çevrili olarak saat yönünün tersinde döner; tıpkı hacıların Kâbe etrafında döndüğü gibi. Ve tüm canlı varlıkların karmaşık tekiz proteinden, 5 elementten oluşan Karbon, Hidrojen, Oksijen canlı asidinden meydana gelmesi etkileyici ve gariptir!

Kükürt ve Azot; Kâbe’nin etrafında yapılan Tavaf’la aynı yönde, soldan sağa dizili olan Karbon Atom’la dizilidir.

https://muslimblocks.com/blogs/news/the-scientific-miracle-of-tawaf-around-the-kaaba/’dan çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

22 Mart 2025 Cumartesi

Beyninizi 12 Dakikada Dönüştürün

 

Bazen “Spiritüel Nörobilim” olarak da adlandırılan Nöroteoloji, insan beyni ve maneviyat arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan yeni bir bilim alanıdır. Bu disiplinler arası araştırma; nörobilim, psikoloji ve teoloji gibi prensiplerin dua ve meditasyon gibi manevi uygulamaların bilişsel ve nöral fonksiyonları nasıl etkilediğini keşfetmek için bir araya getirdi.

Bu alanın en önemli kişisi ise dini ve manevi deneyimlerin nörofizyolojik etkileri üzerindeki araştırmasıyla ünlü nörobilim adamı Dr. Andrew Newberg. Dr. Newberg'ün çalışması; bilhassa SPECT görüntüleme ve MRI taramaları kullanarak yaptığı beyin imajlama teknikleri, duanın beyin aktivitesini ve yapısını değiştirdiğini anlamamıza yardımcı oldu.

Neuroplastisite ve Dua: Duanın Dönüşümsel Gücünü Gözler Önüne Sermek

Duanın beyni nasıl şekillendirdiğini anlamanın temelinde Nöroplastisite kavramı yatıyor. Nöroplastisite bize beynin katı, değişmeyen bir yapıya değil; dinamik, deneyimlerimiz, düşüncelerimiz ve uygulamalarımıza tepki veren sinaptik bağlantılarını yeniden organize edebilen, gitgide gelişen bir organ olduğunu gösterdi.

Araştırması duanın manevi disiplini ve somut nörolojik değişim arasındaki boşluğa etkili bir köprü olan Bilişsel Nörobilim insanı Dr. Caroline Leaf’in çığır açan çalışması da buna katılıyor. Dr. Leaf'in çalışmaları, 12 dakikalık odaklanılmış duanın bile beyni sekiz haftadan fazla sürede büyük bir etkiyle manevi aydınlığa kavuşturduğunu ispatladı. Bu disiplinli günlük dua uygulaması, sadece manevi bir egzersiz değil; beyni dikkat çekici şekilde kuvvetlendiren ve geliştiren nörolojik bir antrenmandır.

Dr. Leaf, araştırması boyunca istikrarlı olarak yapılan duanın beynin yapısını ve fonksiyonunu pozitif olarak etkilediğini, bilhassa bunun merhamet, empati ve sosyal etkileşim gibi bölgelerle ilişkili olduğunu kanıtlamıştır.  

Beynin Frontal Lob Etkinleşmesi: Nörolojik Dua Uyumu

Dua, beynin Frontal Lob bölgesini meşgul ederek duygusal tepkilerimizi yumuşatır, stres ve endişe duygularını azaltır. Yapılan çalışmalar, düzenli olarak dua eden insanların kortizol gibi stres hormonları seviyelerinin daha düşük olduğunu, huzur ve kendini iyi hissetme duygularına sahip olduklarını bildirdiklerini kanıtlamıştır.

https://www.thebridgemm.com/devotionals/transform-your-brain-in-twelve-minutes’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer

17 Şubat 2025 Pazartesi

Yedi Gün Oruç Tutmanın Sonunda Vücudunuz İçeriden Dışarıya Doğru Nasıl Bir Dönüşüme Uğruyor?

 

Yedi gün oruç tutmanın sonucunda vücut çok derin bir sıfırlamaya giriyor, enerji kaynaklarını değiştiriyor, yağları yakıyor ve önemli organların sağlığına bağlı olan temel protein değişimlerini aktif hale getiriyor. Bu değişimler bizlere oruç tutmanın iyileştirici faydalarından yararlanmada yeni olanaklara kapıyı açıyor…

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, oruç tutulduktan üç gün sonra orucun tespit edilen kayda değer sağlık faydalarına ve vücuttaki moleküler uyumuna ışık tuttu.

Yakın zamandaki bu bulgular, Uzatılmış Orucun (Prolonged Fasting) bedendeki birçok organda kayda değer ve sistematik değişimleri tetiklediğini ispatladı. Bu sonuçlar; kilo kaybetmenin ötesindeki potansiyel sağlık faydalarını vurgulamakla kalmadı, etkin sonuçların sadece üç gün sonra ortaya çıkmaya başladığını gözler önüne serdi.

Oruç Tutmanın Sağlık Faydaları Açığa Çıktı

Nature Metabolism dergisinde yakın zamanda yayınlanan araştırma; vücudun uzun zaman yiyeceksiz kalmasına nasıl tepki verdiğini aydınlattı, uzun oruç tutma esnasında olan süreçlere ilişkin değerli anlayışları sundu.

İngiltere Londra Kraliçe Mary Üniversitesi, Hassas Sağlık Bakım Araştırma Enstitüsü (PHURI) ve Norveç Spor Bilimleri Okulu’ndaki araştırmacılar, orucun potansiyel sağlık faydalarını onun altında yatan moleküler mekanizmalara odaklanarak keşfettiler.  

Kontrollü Araştırmanın Detaylı Gözlemleri

Araştırmacılar, yedi gün boyunca sadece suyla tutulan oruca katılan 12 sağlıklı gönüllüyü izlediler. Gönüllülerin kanları kanlarındaki protein seviyesinin oruç öncesi, esnası ve sonrası 3,000 olması için günlük olarak yakından takip edildi. Araştırmacılar daha sonra vücudun tepkisine hangi proteinlerin katıldığını belirleyerek, büyük çaptaki araştırmalardan gelen genetik bilgiyi bütünleştirip uzatılmış orucun potansiyel sağlık sonuçlarını tahmin ettiler.

Araştırmacılar umulduğu gibi, oruç tutulan ilk iki veya üç gün vücudun enerji kaynaklarının vücutta depo edilen glikozdan yağa yer değiştirmesini gözlemledi. Gönüllüler ortalama 5,7 kg hem vücut yağ kütlesi hem de yağsız vücut kütlesi kaybetti. Oruç tuttuktan üç gün sonra yemek yediklerinde ise kiloları aynı kaldı. Yağsız vücut kütlesi neredeyse tamamen tersine dönmüştü fakat vücut yağ kütlesi aynı şekilde kaldı.

Araştırmacılar ilk defa üç gün oruç tutulduktan sonra tam kalori kısıtlamasına tüm vücudun verdiği tepkiye işaret eden protein seviyelerinde belirgin değişimlerin olduğunu gözlemlediler. Bilim insanları genel olarak tüm ana organlarda üç proteinden birinin önemli ölçüde değiştiğini ölçtüler. Bu değişimler gönüllülerde istikrarlıydı fakat kilo kaybetmenin ötesinde oruç tutmaya özgü işaretler vardı, mesela beyindeki nöronların destekleyici yapısını oluşturan proteinlerdeki değişimler gibi.

Oruç Tutmanın Etkileri Üzerine Konuşan Uzman Görüşler

Kraliçe Mary Hassas Sağlık Üniversite Araştırma Enstitüsü Yöneticisi Claudia Langenberg konuyla ilgili şunları söyledi: “İlk kez oruç tuttuğumuz zaman vücutta moleküler seviyede neler olduğunu görebildik. Oruç tutma güvenli bir şekilde yapıldığı zaman etkili bir kilo kaybetme girişimidir. Uzatmalı oruç gibi oruç tutmayı içeren popüler diyetler, kilo kaybetmenin ötesindeki sağlık faydalarını ileri sürüyorlar. Bizim sonuçlarımız da oruç tutmanın kilo kaybetmenin ötesinde faydalara sahip olduğunu gösterdi fakat bunlar tüm kalori sınırlamasından ancak 3 gün sonra gözle görülür şekilde açığa çıktı. Bu da daha önce düşündüğümüzden daha geç oldu.”

Aynı Enstitü’nün Sağlık Veri Başkanı ve Charite-Berlin Sağlık Enstitüsü Sayısal Tıp Grubu Eş Başkanı Maik Pietzner, konuyla ilgili şöyle konuştu: “Bulgularımız, çok eski bir bilgi olan oruç tutmanın bazı durumlarda neden kullanıldığı hakkında bizlere dayanak sağlamış oldu. Oruç tutma bazı durumlarda tedavi etmek için yararlı olsa da, hastalığı olan insanlar için çoğunlukla tercih edilmez. Bu bulguların oruç tutmanın bazı durumlarda neden faydalı olduğuna bilgi sağlamasını umuyoruz, böylelikle oruç tutabilen hastalar için yeni tedaviler geliştirebiliriz.”

Çeviren: Esin Tezer

https://scitechdaily.com/seven-days-of-fasting-how-your-body-transforms-inside-and-out/’dan alıntı yapılarak çevrilmiştir.

8 Şubat 2025 Cumartesi

Kalbin Kendisine Ait Bir “Beyni” Var

İsveç’teki Karolinska Enstitüsü ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Columbia Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırma, kalbin kendisine ait küçük bir beyine ve bu beynin kalp atışını kontrol eden bir sinir sistemine sahip olduğunu gösterdi. Düşünüldüğünden daha farklı ve karmaşık olan bu sistemi daha iyi anlamak, kalp hastalıklarına yeni tedavileri sağlayabilir. Nature Communications dergisinde yayınlanan çalışma zebra balığı üzerinde yürütüldü.

Kalbin uzun zamandan beri sadece beyinden sinyalleri ileten otonomik sinir sistemi tarafından kontrol edildiği düşünülmekteydi.  

Kalbin kalp duvarının yüzeysel katmanlarına gömülü olan nöral ağı, beyinden sinyalleri ileten basit bir yapı olarak kabul edilmekteydi.

Yeni yapılan araştırma ise onun bundan çok daha fazla gelişmiş bir fonksiyona sahip olduğunu ispatladı.

Kalp Atışını Kontrol Etmek

Bilim insanları şimdi kalbin hayati şekilde kendi ritmini kontrol eden karmaşık bir sinir sistemine sahip olduğunu keşfettiler.

Araştırmayı yürüten İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nde Nörobilim Bölümü Araştırma Müdürü ve Öğretim Görevlisi olan Konstantinos Ampatzis, konuyla ilgili şunları söyledi: "Bu “Küçük Beyin” kalp atışını sağlama ve kontrol etmede anahtar role sahip. Bu da beynin hareket kabiliyeti ve nefes alma gibi fonksiyonlarını düzenlemesine benzer şekilde.

Araştırmacılar kalpte hız belirleyici özelliklere sahip küçük bir grup nöronlar da dâhil, farklı fonksiyonları olan çeşitli türdeki nöronları belirlediler.

İnsan Kalbine Benzer

Konstantinos Ampatzis sözlerine şöyle devam etti: "Kalpteki sinir sisteminin ne kadar karmaşık olduğunu görmemiz bizim için hayret vericiydi. Bu sistemi daha iyi anlamak, kalp hastalıkları için yeni kavrayışları sunabilir ve Aritmi gibi kalp ritim bozuklukları olan hastalıklar için de yeni tedavileri geliştirebilir.

Çalışma, insan kalp atış hızı ve kalp fonksiyonuna çok benzer olan hayvan modeli zebra balığı üzerinde gerçekleştirildi.

Araştırmacılar; tek hücre RNA sıralaması, anatomik çalışmalar ve elektrofizyolojik teknikler gibi metodlar karışımını kullanarak kalpteki nöronların yapısının, organizasyonunun ve fonksiyonunun haritasını çizebildiler.

Çeviren: Esin Tezer

 https://www.sciencedaily.com/releases/2024/12/241204114304.htm’den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

11 Ocak 2025 Cumartesi

Yalnızlığın Kalp Hastalığı, Felç Riski Ve Enfeksiyona Duyarlılıkla Bağlantılı Olduğu Keşfedildi

 

Yeni yapılan bir araştırma, dostlar ve ailemizle olan ilişkilerimizin bizi sağlıklı kıldığını çünkü bunun bağışıklık sistemimizi desteklediğini ve kalp hastalığı, felç ve tip 2 diyabet gibi hastalık risklerini de azalttığını kanıtladı!

İngiliz ve Çinli araştırmacılar bu sonuca İngiliz Biobank’ten 42,000’den fazla yetişkinin kan örneğinden alınan proteinlerin üzerinde çalışarak ulaştılar. Araştırmanın bulguları bugün Nature Human Behaviour dergisinde yayınlandı.

Biyolojik mekanizmaları incelemenin bir yolu, kanda dolaşan proteinleri incelemektir. Proteinler, genlerimiz tarafından üretilen moleküllerdir ve vücudumuzun düzgün çalışması için gereklidirler.

İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi ve Çin’deki Fudan Üniversitesi’ndeki bilim insanları tarafından yönetilen bir ekip, İngiltere’deki Biobank’de 40-69 yaş arasındaki yetişkinlerin 42,000’den fazla kan örneğindeki “Proteom”ları inceledi.

Ekip Proteom’ları incelediğinde ve yaş, cinsiyet ve sosyoekonomik geçmişi ayarladığında sosyal izolasyon ilişkili 175 protein ve yalnızlıkla ilişkili 26 protein olduğunu keşfetti. Bu proteinlerin pek çoğu iltihap tepkisi, viral enfeksiyon ve bağışıklık tepkilerimizin bir parçası olarak ve hatta kardiyovasküler hastalık, tip 2 diyabet, felç ve erken ölümle de bağlantılı olarak üretilmişti.

Yalnızlık sonucu yüksek seviyede salgılanan proteinlerden bir tanesi de ADM proteiniydi. Daha önce yapılan çalışmalar, bu proteinin strese tepki verme ve “Sevgi hormonu” olarak adlandırılan, stresi azaltan ve ruh halini iyileştiren Oksitosin gibi olan stres hormonlarını düzenlemede rol oynadığını kanıtladı.

Ekip, ADM proteini ve bedenimizin içerisinde neler olup bittiğini algılayan beyin duyusu olan İnsula arasında güçlü bir ilişki olduğunu keşfetti. ADM proteini seviyeleri arttıkça, bu bölgenin hacmi azalıyordu. Yüksek ADM seviyeleri duygusal, ödül ve sosyal süreçlerle ilişkili olan beyindeki Sol Kaudat’ın hacminin daha az olmasıyla da bağlantılıydı. Buna ilaveten, ADM’nin yüksek seviyeleri erken ölüm riskinin artmasıyla da ilişkiliydi.

Diğer tanımlanmış proteinler insülin direnci gelişimi, Ateroskleroz (Atardamarların kireçlenmesi) ve kanser oluşumu gibi rolleri oynarken; proteinlerin bir diğeri olan ASGR1 ise yüksek kolesterol ve kardiyovasküler hastalık riskinin artmasıyla ilişkilidir.

https://www.sciencedaily.com/releases/2025/01/250103125029.htm den alıntı yapılarak çevrilmiştir.

Çeviren: Esin Tezer